Sanırım yıllar önce ilk defa Vedat Milor’un yazılarında okumuştum
İstanbul’da güzel Konya Mutfağı yapan yerleri! Sonra üstat NTV’nin güzel
zamanlarında Tadı Damağımda programını yaptığı günlerde bir kaç bölümde Konya’ya
gidip hem yerel pazarlarında gezip ürünleri tanıtmıştı, hem de Konya’nın güzel
yemeklerini yiyip mekânları göstermişti, küflü peyniri, etli ekmeği, Kurucu
Kazım’ı ilk defa onun programında görmüştüm…
Tabi hemen kalkıp Konya’ya gitmedim, o kadar da cezbedici
gelmedi sanırım ama en azından bana yakın olan Beylikdüzü’nde Konya mutfağı
yapan Ovalı’ya gitmiştim pek çok defa! Ovalı’nın Beykent Üniversitesi Beylikdüzü
Kampüsü karşısında bulunan şubesinde şimdiye kadar içtiğim en güzel tereyağlı
mercimek çorbasını, bamya çorbasını ve elbette ki çeşit çeşit etli ekmeklerden defalarca
yedim, üzerine Ovalı’nın her zaman güzel yaptığı Sac Arası tatlısından da yedim
her seferinde, eşimi dostumu ailemi de götürdüm, tavsiye de ettim soranlara. 15
Temmuz darbe girişiminden sonra Ovalı apar topar kapandı veya isim değiştirdi,
meğer fetöcüymüş kendileri ama ben kendilerini o güzelim Konya yemekleriyle
hatırlamak istiyorum!
Sonrasında Ahmet Ümit’in Konya’da geçen ve Mevlana ile Şems’i
de konu ettiği “Bab-ı Esrar” romanını okuyup, çok da sevince Konya benim
aklımda yer etti! Zamanı belli değil ama bir gün gitmeliydi Konya’ya!
2016 yılında ani bir kararla hobim olan Tarih’i ileri götürüp
AÖF Tarih okumaya karar verdim, sonrasında pişman olsam da! Derslerden birisi
de Büyük Selçuklu Tarih’i olunca hem Selçuklular’a hem de Selçuklu tarihinde önemi
büyük olan Konya’ya bakışım ve ilgim değişti! Tamam dedim Türkiye gezi listemde Konya’da var
ve bir iki yıl içinde gideceğim!
Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2017 yılında on birincisini düzenlediği
Uluslararası Robot Yarışmasının Konya’da yapılacağını öğrenince Robot Kulübü Danışman
Öğretmeni olarak hah dedim gönlüme göre oldu hem iş hem turistik seyahat oldu!
Üstelik Robot Kulübündeki diğer Danışman Öğretmen ve aynı zamanda adaşım olan Tuncer
Hoca Üniversiteyi Konya’da okumuştu, dedim güzel geçer Konya…
Gidiş geliş uçak biletleri alındı, yarışmanın olduğu hafta pazartesi
akşamı gidiş Pazar sabah dönüş için biletler tamamdı! Kalacak yeri en sona
bıraktım çünkü öğrencilerle birlikte gideceğimiz için Konya’daki okul
pansiyonlarında kalacaktık ve eğer okul pansiyonu merkezi ve güzelse otel için ödeme
yapmama gerek de kalmayacaktı!
Zaman yavaş yavaş geçti ve yarışmanın yapılacağı mayıs ayı
yaklaştı, benim Konya hazırlıkları başladı! Gazetelerin seyahat eklerinden
kesip kenara koyduğum Konya notlarını gözden geçirdim, Youtube listeme aldığım
Konya videolarını izleyip notlar aldım, bloglar ve instagram paylaşımlarına bakıp
gezilebilecek ve yenilebilecek her şeyi not ettim, ziyaret edilecek yerleri Google
Maps’a işaretleyip haritayı da telefonuma son gün indirdim. Konya’ya yolculuk
zamanı geldiğinde bilgisayarda yazdığım kısa ama faydalı aldığım notları her
zaman yaptığım gibi düzenleyip, çıktısını alıp yanıma aldım…
Yolculuğumuz maceralı başladı! Benim için değil bizim diğer 12
öğrenci ve 1 öğretmenden oluşan ekip için! Ben AHL’ye erken bile geldim,
işlemlerimi halledip güvenlikten geçip diğerlerini beklemeye başladım. Meğer
bizim ekip alet, edevat hazır okuldan çıkıp yola koyulmuş ama hiç olmadık bir
yer ve zamanda lastik patlamış! Apar topar okula ve ailelere haber vermişler ve
ailelerin ve Müdür Beyin araçla ucu ucuna AHL’na geldiler! Hani resmen zamanla
yarıştılar, bende beklerken Acaba gelemeyecekler mi diye düşünüp kendimi yedim!
Geldiler, bagaj teslim ve güvenlikten geçtiler çok şükür ama yeni
bir sorunumuz var! Biz Konya’da Karatay Fen Lisesi’nde konaklayacağız diye
biliyorken meğer KFL’nin bizden haberi yokmuş, bize yer ayırtmamışlar, oysa
Müdür Bey bizim arkadaşa yeriniz hazır demiş! Düşünün uçağa 1 saat kala Müdür
Beye haber verdik apar topar bize Selçuk Fen Lisesi’nde yer ayarlandı ama orası
da doluymuş ve 1 gecelik misafirimiz olsunlar demişler! İyi dedik bir gidelim
sağ salim, sabah ola hayrola...
Uçağa bindik, yerleştik, pilot kısa bir konuşma yaptı yolculuk
sakin geçecek ama hafif bir türbülans olacak dedi, iyi yolculuklar diledi ve güzelce
kalkıp uçuşa geçtik. Kalktık rotaya girdik hatta servis başladı derken
türbülansa girdik ki Kaptan uyarmıştı, birden arkadan bir kadın derin derin
nefes almaya başladı öyle bir hale geldi ki herkes dönüp kadına baktı! Kadın
“hepimiz öleceğiz” diye sayıklamaya başladı! Hah tam da ihtiyacımız olan şey
buydu! Bir, iki derken yanındaki artık kocası mı sevgilisi mi abisi mi bi adam yeter
kes gibi bir şey söyledi ve kadın sustu! Tabi türbülans devam ediyor herkes
gergin derken çok şükür türbülanstan çıktık ve normale döndük, sağ salim
Konya’ya indik…
Uçaktan inip ekibi toparlamaya çalışırken bir baktım bizim
kızların yanında takım elbiseli kilolu bir Bey var! Amcamız bıyıklı, böyle
kırmızı gömlek giymiş bizim kızlarla arkadaş gibi geliyor! Meğer Amcamız yerel
bir Türkücüymüş ve bizim kızlar muhabbete tutmuş, hatta hatıra fotoğrafı bile
çektirdiler :P Hay Allah…
Bavulları aldık dışarı çıkıp önceden anlaştığımız minibüs şoförünü
aradık, Allah’tan adam gelmiş zaten. 14 kişi, bir sürü bavul, alet çantası ile küçük
bir minibüse sığıp Selçuk Fen Lisesi’ne doğru yola koyulduk. Yol yeni ve geniş,
ayrıca bom boş sakin sakin gidiyoruz ama bir yandan da navigasyondan kontrol
ediyor adaşım Tuncer Hocam. Selçuk Fen Lisesi bizim okuldan daha izbe bir yere
kurulmuş hani derler ya “Kör İtin Öldüğü Yer ” diye! Hah tam da öyle bir yerde
ama en azından bina yeni ve kolay bulduk sayılır. Pansiyonda nöbetçi kalan
Hocamız sağ olsun yardımcı oldu kızlarımız ve biz katlarımıza ve odalarımıza
yerleştik. Okul yeni olduğu için pansiyon boş sayılır. Odalar çok güzel 4
yataklı, banyolu, tuvaletli, ilk gecemiz için lüks bile sayılır. Biz zaten
yoğun argınız hemen hızlıca yerleşip uykuya daldık…
Sabah kalktık, giyindik, kahvaltıya geçtik hep birlikte sağ
olsun mütevazı ama güzel bir sofra hazırlamış Selçuk Fen Lisesi çalışanları. Bir
yandan da tanışıp sohbet ediyoruz, nereden geldiniz, nasıl geldiniz derken dedik
biraz zor bulduk, dediler nasıl zor havaalanı tam karşımız! Harbiden de
pencereden bakınca görünüyor ama gece gece nasıl bilelim! Meğer bizim minibüsçü
Abi bizi uzun yoldan getirmiş daha önceden anlaşılan parayı almak için! Neyse
dedik can sağ olsun, perişan olmadık ya!
Kahvaltı sonrası hemen haritaya baktım bu okul benim gezmek istediğim
yerlere çok uzak! Adaşım Tuncer Hoca ile konuşup dedim ben şehir içinde bir
otele geçeceğim senin için de uygunsa, dedi sorun yok sen geç gönlünce! Zaten
ilk sohbetten sonra gördük ki bizim kalma sorunu da çözüldü çünkü bizim 12
öğrencinin 11’i kız ve gelen tüm diğer gruplar erkek! Tuncer Hocam ve erkek
öğrenci bir odada, kızlar da zaten boş olan ayrı katlarda sorunsuzca kaldılar yarışma
boyunca. Yani sonuçta hem ben kendi otelime geçip gönlümce gezdim hem de öğrencilerimiz
ve Tuncer Hocam kalacak yer sorunu yaşamadan güzel bir yarışma süreci geçirdiler…
Ben hemen not ettiğim birkaç otelden biri olan HotelNey’i aradım, bu otel Konya Merkezde sayılırdı ve Allah’tan hem yer vardı
hem de oda ücreti (şu an hatırlamıyorum ama) makuldü. Hotel Ney, Konya’nın
merkezi sayılabilecek olan Mevlana’ya çok yakın meydanın hemen bir arka
sokağında kalıyor, böylece yarışmadan çıktıktan sonra kolayca otele ve yeme,
içme, görme yerlerine gidebilecektim, öyle de oldu! Otel güzel, çalışanlar
güler yüzlü ve yardımsever, yeri zaten çok iyi yani genel anlamda tavsiye
ediyorum soran olursa. Sadece bugüne kadar kaldığım otellerden farklı olarak
gün gün oda ücreti alıyorlar yani son gün çıkarken ödeyeyim olmuyor ama o da
olsun artık!
Yazının bundan sonraki kısmında yarışmadan bağımsız olarak
Konya’yı gördüğüm kadarıyla anlatmaya çalışacağım. Gündüzleri daha çok yarışma
salonunda öğrencilerle birlikte geçti ama bazen tek başıma, bazen de öğrencilerimle
birlikte gezdim, yedim, içtim! Genel olarak son günüm olan cumartesi hariç
gündüz yarışmada veya tek başına gezerek, akşam hep beraber yiyip, içip,
gezerek geçti ve güzel bir Konya macerası oldu hepimiz için…
Konya’daki ilk günümüzde hep beraber yarışmanın yapılacağı
salona geçtik ve kayıt işlemlerimiz hallettik. Kayıt işlemi çok sayıda ekip katıldığı
için uzun zaman aldı ama sorunsuz bir şekilde tüm ekip ve hazırlanan robotlar
kaydoldu. İşimizi hallettik, karnımız aç artık Konya’nın o meşhur eti ekmeğini yemeye
gidebiliriz. Aldığım notlarda etli ekmek için en çok beğeni alan yer olan Bolu
Lokantasına doğru yola koyulduk.
Bolu Lokantası, Konya Merkez'de sayılır kolay bulunuyor, son
derece salaş, basit bir esnaf lokantası görünümünde! Popülerliğe kapılıp abuk
sabuk işlere girişmemişler, lezzeti korumaya önem vermişler! İçerisi kalabalık hatta biraz
beklemeniz gerekebilir! Ne yiyeceğinizi çok düşünmenize gerek yok zaten etli
ekmek ve türevleri var! Biz tüm ekip etli
ekmek ve ayran söyledik. Ayran sürahi ile geliyor ve çok leziz, 2 bardaktan
fazla içtim sanırım! Leziz çünkü bu bölgede hafif yanık yapılan koyun yoğurdu
kullanıyorlar ve içimi çok güzel bir ayran oluyor, gerçekten çok iyi gitti etli
ekmeğin yanında.
Etli ekmek İstanbul’da olduğu gibi uzatılarak değil dilim
halinde sunuluyor. İstanbul'da
yediklerime göre hamuru biraz daha kalın ve undan sanırım tadı daha farklı. Eti
bol, biraz yağlı ama son derece lezzetli ben bir taneyi rahat yedim ve
yanımdakilerin dilimlerinden de aldım. İlk başta görüntü itibariyle bildiğin pide gibi
gelebilir ama tadı gerçekten çok güzeldi, tüm ekip çok beğendik. Hem Bolu
Lokantasını hem de etli ekmeği seve seve tavsiye ediyorum, yolu düşeceklere
şimdiden afiyet olsun.
Yemek sonrası bizim ekip kaldıkları pansiyona geçti
ben de bir otelime uğrayıp Konya merkezi gezmeye başladım. Konya bir ova kenti,
olabildiğince geniş ve düz, sokaklar, yollar, kaldırımlar geniş, temiz ve
güzel. Mevlana Türbesi için Konya’nın merkezi demek doğru olur, pek çok cadde
burada birleştiği için uzaktan bile Mevlana’yı görebiliyorsunuz ve bu güzel bir
şey…
Gezerken ilk durağım Konya’da mutlaka
uğranılması, görülmesi gereken yerlerden birisi olan ve yıl boyu açık olan halk
arasındaki adıyla “Kadınlar Pazarı”
resmi adı sanırım “Melike Hatun Çarşısı”!
Bir zamanlar Konya’nın kadınları yetiştirdiği ürünleri bu pazarda satarmış ama zamanla
kadınların adı kalmış kendileri pazarın dışındaki birkaç tezgâhta satışa devam
ediyor! Kadınlar Pazarı yine de güzel ama! İçerisi özellikle boş gibi duran
ikinci kattan çok daha güzel görünüyor, tüm meyve, sebze, baharat, peynir,
yoğurt ve kahvaltılık ürünler rengârenk bir görüntü oluşturuyor yok yok desem
doğru olur!
Kadınlar Pazarı’nda dikkatimi en çok koyun
yoğurdu ve küflü peynir çekti. Koyun yoğurdu, yaşadığım Trakya bölgesine yabancı
bir lezzet, en azından ben tadını bilmiyorum. Bolu Lokantası’nda içtiğim ayrandan
sonra dikkatimi çekti ve tadına bakma fırsatım oldu, hafif yanık bir süzme
yoğurt gibi. Konya’da plastik litrelik kaplar dışında plastik şeffaf poşetlerde
satılıyor ve fiyatı da gayet uygun olduğu için tüketimi fazla. Neredeyse tüm dükkânlarda
bidon bidon yarım yağlı, tam yağlı koyun yoğurdu seçenekleri var, tam yağlı
olanın fiyatı bir parça daha yüksek ama yine de gördüğüm fiyatlar benim için çok
ucuzdu!
Küflü peynir ise görüntüsü ilk başta çok itici
gelse de tadı ile kendini sevdiren bir peynir çeşidi! Tabi küflü derken
aklınıza gelen o siyah siyah, pamuk pamuk olan küf değil bu! Peynir
hazırlandıktan sonra özel bir yöntemle küflendirilip olgunlaştırılıyor. Küfün penisilin
etkisi de olduğu için eski zamanların ilacıymış aynı zamanda! Ben tadını
sevdim, kahvaltıda da güzel gidiyor ama bu peynir en çok hamur işlerine
yakışıyor…
Kadınlar Pazarı’nda her şey çok taze, her şey çok leziz! Uzun süredir yediğim en sulu erik
buradaydı ve tüm ekip doyamadık yemeye. Kadınlar Pazarını mutlaka gezin ve dönüş yolunda o güzelim
peynirlerden, yoğurtlardan imkânınız varsa alın derim.
Kadınlar Pazarı sonrasında gezerken gözüme farklı mimarisiyle
bir cami takıldı, adı Aziziye Camii. Camii'nin aslı 1676 yılında hizmete açılsa
da geçirdiği yangın yüzünden Sultan Abdüllaziz'in annesi Pertevniyal Valide
Sultan'ın desteğiyle onarılmış ve Aziziye adını almış.
Konya'da bir Osmanlı eseri olarak zaten dikkat çekiyor ama
sanırım bir Konya'lıdan duyduğuma göre mimarı ecnebi olduğu için kullanılan
teknikten dolayı diğer camilerden daha farklı bir estetiği var. Caminin dışında
barok, ampir ve rokoko üslubu kesme taşlar kullanılırken içinde çok güzel bir
kalem işçiliği kullanılmış. Camii girişindeki iki minarenin dibinde abdest
almak ve su içmek için iki şadırvan dikkat çekiyor.
Camii’nin kapı süslemeleri ve iç mekân süslemeleri son derece
göz alıcıydı, hatta yere hafifçe uzanıp tavanı ve duvarları seyrettim! Küçük
ama estetik anlamda etkileyici bir Camii, bu halini almasında emeği geçenleri
buradan tekrar tebrik ediyorum.
Akşam yemeği için son birkaç yılın gözde lokantalarından
Lokmahane’yi tercih ediyorum. Lokmahane, Kadınlar Pazarı'nın çaprazında restore
edilmiş özel bir sokakta bulunuyor. Bu sokak aslında özel bir proje, bir çekim
merkezi olarak planlanmış ama vizyonsuzluk ve yeterli ilginin gösterilmemesi
sonucu yarım kalmış proje. Lokmahane, daha çok sahibinin ilgisi sayesinde isim
yapmış ve yaptığı ismi de fazlasıyla hak ediyor. Lokmahane, küçük bir açık
alanı da bulunan, şık ama sade bir restoran, görünümden ziyade malzeme ve yemek
kalitesine önem vermişler.
Lokmahane'nin kurucusu Harun Bey riskli bir iş yapmış ve
herkes gibi etli ekmek yapmak yerine Konya Bölgesinin ve Selçuklu'nun yemek
kültürünü araştırıp derinlere inmiş, artık yapılmayan, unutulan lezzetleri
tekrar canlandırıp yaşatmaya çalışmış. Hatta eski tarifleri bulmak ve günümüze uyarlamak
için bayağı bir insanla görüşmüş, çalışmış. Kendisiyle konuştuğumuzda ileride etli
ekmek de yapmak istediğini ama kendi çocukluğunda yediği ve artık pek yapılmıyor
dediği tarif üzerinde çalıştığını söyledi.
Lokmahane’de menü sade, mevsimsel olarak bazı değişiklikler
de olabiliyor! Ben önden bir tür gelenek olarak bamya çorbası aldım ki
gerçekten lezzet ve kıvam olarak çok iyiydi. Ardından çok beğenilen ve tavsiye edilen Kayısılı Yahni istedim. Et olarak kuzu kaburga kullanılmış ki
bu bölgenin kuzularının çok leziz olduğunu tekrar belirtmek isterim. Et ve
tatlı uyum sağlar mı diye düşünebilirsiniz, haklısınız da çünkü artık evlerde,
et yemeklerinde meyve kullanmıyoruz! Ama kayısılı yahniyi yedikten sonra
rahatlıkla söyleyebilirim ki evet et ve meyve birbirine çok güzel yakışıyor! Etin lezzeti ve
pişmiş kayısının o muhteşem tadı birleşince ortaya tadına doyulmaz bir lezzet
çıkmış, tebrikler!
Bu güzel yemeğin ardından tatlı olarak Konya Höşmerimi yedim!
Höşmerim deyince Balıkesir, Çanakkale hatta Trakya geliyor ama Konya’nın da
kendine özgü bir höşmerimi yapılıyormuş. Konya Höşmeriminde un, kaymak, bal ve
ceviz kullanılıyor ve tadı ve kıvamı un helvasını andırıyor. Çanakkale höşmeriminden
tamamen farklı olsa da ben çok beğendim. Şekerini baldan, lezzetini kaymak ve cevizden
aldığı için hafif ama güzel bir tatlı, denemenizi tavsiye ediyorum.
Yemekten sonra Konya merkezde Mevlana taraflarında kısa bir yürüyüş
yapıyorum, özellikle Mevlana Türbesi gece aydınlatmasıyla daha da güzel
görünüyor…
İkinci günün sabahına güzel bir uyku çekmiş ve oldukça aç
olarak uyanıyorum. Bugün oldukça önemli benim için çünkü Konya’ya gelirken en
çok merak ettiğim şeyi, yani yağ somununu yiyeceğim! Yağ somunu için ise Vedat
Milor başta olmak üzere pek çok gurme, yemek yazarı, şef, yeme içme meraklısı
tarafından önerilen ve sanırım yağ somununu da bulan Pideci Hasan Şendağlı’nın
yerine gidiyorum. Pideci Hasan Şendağlı’nın yeri aslında bir lokanta falan
değil, küçük bir taş fırın! Sadece Vedat Milor etkisi ile çok popüler olunca
yan dükkânı da kiralayıp toplasan 5-6 plastik masa sandalye atıp yer yapmışlar.
Haa yeri nerede derseniz Kadınlar Pazarı ile bitişik, yola bakan tarafta herkes
bilir yerini kime sorarsanız söylerler. Burası fırın olduğu için etli ekmek,
bıçak arası gibi Konya lezzetlerini de yapıyorlar ama esas olay yağ somunu! Tabi
buraya adını veren Hasan Şendağlı Amcamız yaşlanmış artık, birazda yıllarca
içtiği sigaranın etkisiyle öksürüyor sık sık ama dükkân oğullarına teslim,
onlarda sağ olsunlar güler yüzle hizmet veriyorlar. Video çekimi yaparken
sohbet ettim kendileriyle, güler yüzlü ve temiz kalpli insanlar…
Yağ somunu nedir derseniz, yapılışını anlatayım daha doğru
olur! Fırından çıkan sıcacık pide bıçakla yarılıp içine tereyağı ile birlikte küflü
peynir, kaşar ve tulum peynir karışımı katılıyor, üstüne güzel bir tereyağı
eklenip tekrar fırına veriliyor ve yağ somunu hazır. O peynir karışımı eriyince
öyle güzel olmuş ki anlatılmaz tadılır! Pidenin üstündeki susam ve küncünün de ayrı bir lezzet
verdiğini belirtmeliyim. Bir yağ
somunu bir kişiye rahat rahat yeter, öyle çok küçük değil orta boy pizza
boyutlarında.
Tadını şöyle tarif edebilirim, bugüne kadar yediğiniz en iyi peynirli,
üç peynirli pizzayı düşünün, hah işte o pizza halt etmiş bunun yanında! Türkiye'de
6 liraya yapabileceğiniz en güzel kahvaltı bence! Hasan Şendağlı esnaf işi diyeyim ucuz
yani, hatta peynirinizi kendiniz alıp gelirseniz sadece pidenin ücretini alıyorlar
1,5 lira gibi bir fiyattı!
Ben sanırım 2-3 sabah buraya gelip doya doya
yedim! Gün içinde de yağ somunu yapıyorlar ama bence sabah sabah kahvaltı
niyetine yemek daha güzel oluyor. Sakın ha sakın Konya'ya gelip de burada yağ somunu yemeden
ayrılmayın, üzülürsünüz sonra…
Yağ somunumu afiyetle yedim, karnım tok ve
mutluyum, şimdi biraz gezip görme zamanı. Aziziye Camii başta olmak üzere yol
boyunca pek çok güzel camiyi seyrede seyrede yürüyorum.
İstikamet Karatay Medresesi, Konya’da Selçuklu Döneminden
kalma en önemli yapılardan birisi! Karatay Medresesi’ni kolay bulursunuz çünkü
Konya’daki tek yükselti olan Alaaddin Tepesi’nin etrafında bir yerde! Önce
Alaaddin Tepesi’nden kısaca bahsedeyim…
Alaaddin Tepesi, neredeyse dümdüz bir ova olan Konya'nın yapay
da olsa merkezdeki tek tepesi! Doğal bir tepe değil yığma toprak ile
oluşturulmuş! Tepe üzerinde Alaaddin Camii ve II. Kılıç Aslan Türbesi
bulunuyor. Camii ibadete açık ama türbelerin olduğu bölüm benim Konya’da
olduğum Mayıs 2017 tarihinde kapsamlı bir restorasyondan geçiyordu. Bunun
dışında tepe üzerinde çok sayıda çay bahçesi var ve havanın güzel olduğu
günlerinde Konya'nın buluşma ve sosyalleşme yeri olmuş burası. Belediye burayı
yeşil tutmak için emek vermiş ve güzel lale bahçeleri yapmış.
Uzun süredir
görmediğim kadar çok ve değişik renkte laleler gördüm! Konya'ya yolunuz düşerse hem Camii'yi
gezin hem de bir akşam üzeri çay içip şehri izleyin... Alaaddin Tepesi Konya’da
geçirdiğimiz günler boyunca her günün sonunda oturup çay, kahve eşliğinde sohbet
ettiğimiz yerdi…
Konya, bir dönem Selçuklular'a başkentlik yapmıştır ve bu
sebeple Selçuklu'nun izlerinin halen bile her yerde kendini gösterdiği bir
şehirdir. Konya, Osmanlı'dan ziyade daha çok Selçukludur, Konya’yı gezerken Osmanlı’yı
değil Selçuklu’yu görürsünüz tüm ihtişamıyla, her yerde... Karatay Medresesi,
Alaaddin Tepesi yakınlarında bulunan ve mimarisi ile Selçuklu'nun estetik
anlayışını gösteren sembol bir yapı, Konya'da gezilmesi gereken yerlerin en
önemlisi belki de!
Karatay Medresesi öyle çok büyük, çok ihtişamlı, çok süslü,
altınlı, yaldızlı bir yapı değil aslında! Güzelliğini ve özelliğini bunlardan
almıyor, yapıldığı yılı düşünürsek mimarisindeki estetikten, özellikle iç tavanındaki
beni benden alan muhteşem çini işçiliğinden alıyor! Pek çok Selçuklu yapısında
olduğu gibi giriş kapısındaki estetik ve süslemeler de mutlaka yakından
görülmeli…
Medrese II. İzzeddin Keykavus döneminde Emir Celaleddin
Karatay tarafından 1251 yılında yaptırılmış, mimarı bilinmemekte. Hem
Selçuklular hem de Osmanlılar döneminde hadis ve tefsir eğitimi için son
yüzyıla kadar kullanılmış, tek katlı, aslında küçük bir yapı.
Günümüzde Kültür Bakanlığı’na bağlı Karatay Müzesi olarak değerlendirilmiş.
Selçuklu taş ve çini işçiliğinin tüm hünerlerinin sergilendiği, Selçuklu tarihinin,
estetik anlayışının, Osmanlı’ya da aktarılan çini kültürünün sergilendiği güzel
bir müze olmuş! 2006 yılında başlayan onarım
ve restorasyonda emeği geçenlere kendi adıma içten bir teşekkür etmek isterim! Ben
Karatay Medresesi’ni gezmekten keyif aldım…
Karatay Medresesi sonrasında yine Alaaddin Tepesi civarındaki
bir diğer Selçuklu eseri olan İnce Minareli Medrese’ye geçiyorum, Karatay
Medresesi’ne çok yakın.
Tahmin edeceğiniz gibi ismini yapıldığı döneme göre oldukça
yüksek ve ince olan minaresinden almış bu medrese! İlk haliyle binaya göre çok
daha uzun kalan bir minaresi varmış, adı o nedenle İnce Minareli Medrese imiş
ama minareye yıldırım çarpması sonucu 1. şerefeden yukarısı yıkılmış, deprem
görmüş vs. derken günümüzde aslında kısa sayılabilecek bir minaresi var ama
halen İnce Minareli Medrese olarak biliniyor.
Selçuklu estetik anlayışı ve taş
işçiliğini görmek, anlamak için burayı mutlaka görmelisiniz. Özellikle ana
kapısındaki taş işçiliği çok güzel ve yakından incelemenizi tavsiye ederim.
Aslında genel mimari olarak Karatay Medresesi ile çok benziyor ama ince
işçiliği gerçekten çok daha güzel, bana göre en azından.
Restorasyon sonrası günümüzde Medrese müze olarak
kullanılıyor ve içeride sergilenen Konya Bölgesinden çıkan Selçuklu Taş ve
ahşap İşçiliği örnekleri görülebilir, bana göre mutlaka görülmeli de! Selçuklu arması da olan
çift başlı kartalı birebir görmek etkileyiciydi, tabi diğer eserler de bir o
kadar güzel ve ince işçilik barındırıyor. Pek çok Camii ve tarihi yapının ince
işçilikle yapılmış kapıları da burada görülebiliyor. Konya için mutlaka
gezilmeli dediğim yerlerden birisi! Anadolu'da güzel izler bırakan Selçukluları
tanımak adına gidin, görün, gezin...
Bu keyifli ve öğretici kısa gezi sonrasında MEB Robot
Yarışmasının yapıldığı spor salonuna geçiyorum. Konya’da toplu taşıma gelişmiş,
oldukça uzun bir tramvay hattı, pek çok otobüs ve minibüs hattı var. Tramvay
ile kaldığım otelden yarışma alanına rahatlıkla gidip geldim. Yarışmanın benim
için güzel tarafı da daha önce birlikte çalıştığım bir arkadaşımla ve bir
eğitimde tanıştığım diğer bir arkadaşımla karşılaşıp uzun zaman sonra sohbet
edip, birlikte zaman geçirebilmek oldu. Üç binden fazla robotun, binlerce
öğrenci ve öğretmenin olduğu yerde güzel bir yarışma süreci geçirdik.
Öğleden sonra yarışma alanından ayrılarak yemek yemek için
çok merak ettiğim bir başka yere, Ali Baba Fırın Kebap’a doğru yola çıktım. Her
ne kadar Konya yemeklerinden etli ekmek daha çok bilinse de, fırın kebap da en
az etli ekmek kadar popüler bir yemek burada. Ali Baba Fırın Kebap, Konya'da fırın kebabı gönül
rahatlığıyla yiyebileceğiniz ve uğramadan Konya'dan ayrılmamanız gereken
yerlerden birisi. Konya’da
fırın kebap yapan pek çok yer var ama burası en eski ve en ünlülerden. Konya
yemekleri ile ilgili pek çok yazıda buradan bahsedilir, üstat Vedat Milor’un
Tadı Damağımda programı için öve öve bitiremediği bir bölümü de var. Yani
buraya gelmek için pek çok farklı kaynaktan, hep aynı tavsiyeyi aldığım için
gelirken fazlasıyla istekli, meraklı ve heyecanlıydım…
Peki, bu fırın kebap nedir, nasıl yapılır? Öncelikle fırın
kebap tandır değildir! Öyle kuyuda, büryan usulü yapılmıyor! Genelde 6-7 aylık
genç kuzuların eti kullanılarak yapılıyor fırın kebap. Et ve etin kendi yağına
dışarıdan sadede biraz tuz eklenerek fırına veriliyor ve yaklaşık 5 saat kadar
ağır ağır pişiriliyor. Normal porsiyon için 100 gr et kesilip tartılıyor,
altına güzelim tırnaklı pide yerleştiriliyor ve o pidenin bir kısmı etin
lezzetli yağına batırılıp üstüne konuyor. Yanına da bir baş soğan eklenince de
afiyetle yeniyor. Fırın kebabın
yanına çatal verilmiyor, elinizle eti diderek yiyeceksiniz, hiç öyle ıyy mıyy
demeyin daldırın elinizi… Bir parça pidenin üstüne o muhteşem kuzu etinden ve yanına da bi
parça soğan off off offf böyle bi güzellik yok yahu! Ben yanına ayran aldım
lütfen bu güzel eti kola ile ziyan etmeyin…
Kuzu eti zaten güzel olur ama pişirme yöntemiyle daha da güzel
bir hale gelmiş, yumuşacık lokum gibi olmuş. Ben 150 gr istemiştim ama yarım
kilo olsa yine yerdim, öyle leziz öyle güzel. Ali Baba Fırın Kebap'ta her gün yaklaşık 100 kilo et pişiriliyor ama çok
gibi gelmesin sabah 10.30 gibi başlayan servis akşam 17.00 gibi et bittiği için
kapanıyor! Öyle akşam acıktık gidip yiyelim derseniz üzülürsünüz, başka yerde
yersiniz.
Mekâna adını veren Ali Bey halen işinin başındaymış ama daha
çok işe oğlu İbrahim Bey bakıyor, öğlen servisinden sonra ortalık sakinleşince
Ali Baba evine gidiyormuş. Benim etimi oğlu İbrahim Bey hazırladı ve sağ olsun,
yemekten sonra kendisiyle biraz sohbet ettik. Fırın kebabın nasıl yapıldığını
ondan dinledim. Yerken dikkatimi etin lezzeti dışında çeken bir diğer şeyde
tırnaklı pidenin tadıydı! Lezzetliydi ama yumuşaklık ve lezzet olarak Gaziantep
ve Adana’da yediklerimden farklı geldi ve bunu sorduğumda İbrahim Bey Konya’da
kullanılan undan tadının böyle olduğunu söyledi, baklavalık un kullanmıyoruz
dedi! Eti güzel, esnaflığı güzeli, sohbeti güzel insanların işlettiği bu yeri Konya’ya
gideceklere seve seve tavsiye ediyor ve şimdiden afiyet olsun diyorum…
Yemeğimi yedim, mutluyum ve şimdi Konya’da en çok merak
ettiğim, Konya’nın merkezi sayılan yeri, yani Mevlana’yı görmeye gidiyorum! Mevlana
öyle üstün körü görülmesi gereken bir yer değil, güzel zaman ayırmak lazım…
Selçuklular ile birlikte Konya ile özdeşleşmiş bir isimdir
Hz. Mevlana ve Konya’nın simgesi olmuş bir mekândır Mevlana Türbesi. Ona çıkan
yollardan, uzaktan bile görünür bu Türbe ve o Türkuaz renkli minaresi, ister
istemez o güzelim minareye takılır gözünüz! Görür görmez de baktığınız yerin ne
olduğunu anlarsınız, hafifçe gülümseyerek! Konyalıların hazırladığı
takvimlerden, Konya’nın güzel şehir fotoğraflarından aşinasınızdır belki de!
Mevlana Türbesi, günümüzde Kültür Bakanlığına bağlı bir müze
olarak faaliyet gösteriyor. İçerisi her daim kabalalık, hafta içi, hafta sonu çok
fark etmiyor sanırım her daim yoğun! Hem Konyalıların hem de Konya’ya gelen
turistlerin mutlaka ziyaret ettiği bir yer…
Mevlana Türbesi, Mevleviliğin yayıldığı bir merkez aynı
zamanda! Dünyanın pek çok yerindeki Mevlevi Dergâhları buraya bağlıymış
zamanında, Türbe girişinde bir direk ve üzerinde buraya bağlı Dergâhların isim
ve mesafelerinin yazılı olduğu levhalar var.
Türbeye girdiğiniz andan itibaren fonda ruhunuzu etkileyen hoş
bir ney sesi duyuyorsunuz sürekli, bu ney sesi güzel düşünülmüş. Ney, sadece
bir enstrüman değil Mevlevilik ile özdeşleşmiş, manevi anlamı olan bir nesne
aynı zamanda! Böylesine manevi anlamı yüksek ve önemli bir yapıyı gezerken fonda
hoş bir ney sesi duymak insanı daha da etkiliyor… Yüzyıllar sonra bile
öğretileriyle bizlere dokunan Hz. Mevlana'yı Konya'da ziyaret etmek de zaten
tek başına ayrı bir ruh, ayrı bir huzur veriyor insana...
Mevlevi Dergâhının pek çok odası var ve bahçeye açılan odalarında Mevlevilik ile ilgili bilgiler veren panolar, eserler var. Bir zamanlar Dergâh üyelerinin yaşadığı, konakladığı, ibadet ettiği bu odalarda ciddiyetle saklanmış eserler ve bu eserlerin Mevlevilik için önemini açıklayan her biri özel eserler sergileniyor. Ben elimden geldiğince bu bilgi panolarını okumaya çalıştım ve öğrendiklerimden etkilendim…
Türbenin Camii kısmına girdiğinizde ise başta Hz. Mevlana ve
oğlu Sultan Veled olmak üzere pek çok değerli merhumun sandukaları bulunuyor, sanırım
yaklaşık 40 kadar sanduka var içeride! En çok ilgiyi Hz. Mevlana’nın sandukasının
çektiğini, ziyarete gelen kadın erkek herkesin bir dua etmeden ayrılmadığını
belirtmeliyim…
Camiini gerek tavan süslemesi, gerekse duvarlardaki eserler
zaten etkileyici olan bu mekânı daha da göz alıcı yapıyor. Bu değerli Türbenin restorasyonunda
emeği geçen, bir Müze olarak düzenlenip bizlerin ziyaretine açılmasını
sağlayanlara kendi adıma teşekkür etmek istiyorum!
Mevlana Türbesi sonrası Konya’nın meşhur Meram Bağlarını
görmeye gidiyorum. Meram’a şehir içinden geçen pek çok minibüsle gidebiliyorsunuz,
yolu çok uzun sayılmaz. Tabi şunu baştan söyleyeyim Meram Bağları artık özel
mülk olduğu için, türkülerde kalmış! Meram’a gidince üzüm bağları beklemeyin,
burası Konya’nın yeşilliklerle dolu bölgesi. İnsanlar buraya şehir merkezinden
biraz uzak, daha yeşil bir yerde dinlenip, gezmeye geliyorlar. Meram’da pek çok
yeme içme mekânı var, Konya içindeki bazı fırın kebapçıların şubeleri de var. Belediye,
Meram’da akan suyun etrafını düzenleyip işletmesi kendinde olan bir kaç mekân
da açmış.
Ben birkaç çay içip dinlendikten sonra bizim yarışma ekibi de
Meram’a geliyor beraber fırın kebap yiyip, Konya manzaralı güzel bir yere geçip
uzun ve keyifli bir sohbet eşliğinde çay içerek geceyi kapatıyoruz…
Ertesi gün yarışma salonundaki işim bittikten sonra öğlen
yemeği için listemde olan Tiritçi Mithat’a gittim. Tirit, Türkiye’nin pek çok
yerinde yapılan bir yemek, sadece Konya’da yenilebilen bir şey değil ama
Tiritçi Mithat hakkında pek çok yazıda güzel yorumlar gördüğüm için denemek
istedim. Tiritçi Mithat oldukça popüler bir yer, masaya oturmak için
sıra bekliyor insanlar! Yeri Mevlana yakınlarında ara sokakta bir yerde, öyle
çok lüks falan da değil!
Burada yemek olarak tirit ve üstüne dilerseniz tatlı olarak zerde
var! Tirit, biraz iskendere benziyor gibi geldi bana! Altta dilimlenmiş
tırnaklı pide, üstünde yoğurt, üstüne parçalanmış şiş köfte, domates, biber,
maydanoz ve tereyağlı bir sos! Kullanılan malzemeler kaliteli, et leziz olunca
üzerindeki yağa rağmen rahat yeniyor. Tiritçi Mithat’ta porsiyon büyüklüğü yeterli, aç kalkmazsınız
buradan. Tirit’in üstüne de hafif bir tatlı
olan zerde alırsanız dört dörtlük bir yemek yemiş olursunuz.
Şimdi geleyim Tiritçi Mithat hakkında değerlendirmeme! Kabul etmek
lazım, bir etli ekmek bir fırın kebap değil, öyle efsane çok özel bir tadı da yok
ama zamanınız olursa deneyin derim! Ben çok fazla tirit yemedim, o nedenle şurada
yediğimi daha çok beğenmiştim diyemeyeceğim ama Tiritçi Mithat’ta güzel bir
yemek yedim diyorum, o kadar!
Konya’ya geldim, Mevlana Türbesi’ni gördüm tamam da Mevlana’yı
Mevlana yapan adamı, Şems-i Tebrizi’yi ziyaret etmeden Konya’dan ayrılırsak ayıp
etmiş oluruz! Şems-i Tebrizi’nin adına yapılmış küçük bir türbe var burada,
gelmişken mutlaka ziyaret etmek lazım! Şems Adına Şerafeddin Camii'nin
kuzeyinde 13. yüzyılda yapılan son derece sade Türbe ve Camii, ziyarete ve
ibadete açık. Yapı olarak ne dışarıdan ne de içeriden öyle çok özel bir
etkileyiciliği yok, bunu belirtmek istiyorum ama manevi anlamı çok yüksek bir
yer burası…
Biz onu Şems-i Tebrizi yani Tebriz'li Şems olarak bildik ama
yaşarken o Şemseddin yani "Dinin Güneşi" olarak bilinirmiş! Şebs-i
Tebrizi, Konya'lıların tabiriyle Mevlana'nın Pişiricisi! Mevlana'yı Mevlana
yapan isim! Mevlana'nın sınırlarını zorlayan üstat! Bugün bile aralarındaki
gönül bağı bizlere ilham veriyor, ruh veriyor, can veriyor. Şems-i Tebrizi ile Mevlana arasındaki o ilahi
aşk, o gönül bağı öyle kuvvetli öyle ilham verici ki yüzyıllar sonra bile onlara
dair bir şeyler okumak insanı nasıl desem, bir hoş yapıyor! Ben Ahmet Ümit’in Konya’da
geçen ve Şems-i Tebrizi ve Mevlana’nın hikâyesinden de faydalanan “Bab-ı Esrar”
romanını okuduğumda çok etkilenmiş, birkaç gün içinde heyecan ve tutkuyla
okuyarak bitirmiştim…
Şems-i Tebrizi Camii ziyareti sonrasında Alaaddin Tepesi’nin
o güzelim lale bahçelerinden geçerek Konya Atatürk Evi’ne gidiyorum. Çoğu insan
burayı bilmiyor, çünkü Konya’nın pek turistik noktalarından birisi sayılmaz ama
zamanım vardı ve gelmişken Atamızı görmek istedim. Konya Çarşısında iki katlı eski
bir konak burası ama dışarıdan öyle pek etkileyici sayılmaz! Üzücü bir durum
aslında, maalesef önünden geçerken dönüp bakmazsınız bile!
Hadi dışını geçtim
içi de maalesef nasıl desem, boş! Evet, duvarlarda Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı
boyunca yaptığı önemli ziyaretler ve Cumhuriyet döneminde yaptığı ziyaretler ve
faaliyetler ile ilgili günü gününe bilgiler var ama onun dışında pek bir şey
yok! Duvarlarda Konya’da çekilmiş fotoğraflar var ve çoğu fotoğraf tanıdık
geldi açıkçası! Daha dolu daha anlam yüklü bir Atatürk Evi görmek isterdim
açıkçası ama sağlık olsun…
Akşama doğru Robot Yarışmasından gelen bizim öğrenciler ile
buluştuk. Onlar benden bir gün önce gideceği için alışveriş yapıldı, ufak
hediyeler ve Konya’nın yöresel ürünlerinden alındı, akşam oldu, acıktık şimdi
hep beraber yemek yemeye gideceğiz…
Konya'ya gelip de bir gelenek olarak Kurucu Kazım Ağa'da kuru
fasulye yememek olmaz! Hatta Konya’da üniversite okuyan adaşım Tuncer Hoca
şöyle bir şey anlatmıştı, “Konya’nın kurucusu kim?” diye sorarmış öğrenciler
birbirine ve doğru cevap “Alâeddin Keykubat” değil “Kurucu Kazım” mış! Güzel
bir söz oyunu! Aslında burayı ünlü yapan fasulyesinden ziyade Kazım Ağa'nın
asabi tavrıymış! Eski
zamanlarda yiyenlerden Kazım Ağa'nın hikâyelerini çok dinledik ama Kazım Ağa biz
Konya’ya gitmeden bir kaç ay önce vefat etmiş (Allah Rahmet Eylesin) biz yine
de gidip yiyelim dedik.
Burası salaş bir esnaf lokantası, menü basit etsiz kuru
fasulye, pilav, baş soğan ve hazır yoğurt var, gerçi başka bir şey var mı diye sormadık
ama bunlar yeter zaten. Bir iki de uygun fiyatlı tatlı çeşidi var o kadar. Biz
tüm masa Kuru Fasulye ve az pilav istedik. Fasulyenin tadı güzel, pilav sıradan
ama tadı güzeldi. Şunu
belirtmek isterim ne bir İspir kuru fasulyesi ne de Çayeli Lale'de yediğim o
efsanevi tat var! Ama makul fiyata lezzetli bir kuru yemek, rahmetli Kazım
Ağa'yı yâd etmek için bile uğranması gerekir. Sonrasında hep birlikte Alaadin
Tepesi’nde bir mekâna geçip çay, kahve, sohbet eşliğinde akşamı bitirdik…
Geldik beraber geçirdiğimiz bir haftanın sonuna, Cuma günü
hep birlikte son günümüz ekip cumartesi erken bir saate dönecek, ben ise Pazar
sabahı aynı saatte döneceğim. Son gün planımız ise birlikte Sille Köyü’nden
başlayarak Konya’da görmemiz gereken birkaç yere uğramak…
Konya'da nereler görülmeli diye araştırma yaparken Sille
Köyü'nü duyduğumda açıkçası bu kadar güzel bir yer ile karşılaşmayı
beklememiştim! Hele ki Bursa’nın çok övülen ama bana göre tam bir fiyasko olan Cumalıkızık
Köyü’nü gördükten sonra beklentim iyice düşmüştü ama çok şükür diyeyim Sille
Köyü çok güzel ve mutlaka görülmesi gereken bir köy olarak çıktı karşımıza…
Nasıl gidilir diye dert etmeyin, Sille'ye belediye otobüsü
ile de ulaşabiliyorsunuz, aracınız yoksa sorun olmayacaktır. Konya Merkez’den
buraya kalkan otobüsler var ve yaklaşık yarım saatlik bir yolculuk ile
ulaşabiliyorsunuz, yanlış hatırlamıyorsam Alaaddin Tepesi’nden 12-14 km lik bir
yol sürüyor.
Sille, 5000 yıllık tarihi bulunan ve Hristiyanlığın bir
zamanlar 2. büyük Kilisesine ev sahipliği yapan, Rum ve Türklerin bir zamanlar
yan yana yaşadığı bir köy! Eski adı Sillia Silenos muş ve coşkun akan köpüren
köpüklü su gibi bir anlamı varmış! Köyün içinden şimdilerde sakin akan bir çay
geçiyor ama bu çay bir zamanlar son derece kuvvetli ve kudretliymiş! Köyün
yakınlarına baraj yapılıp su kesilince, biraz da iklim değişikliğiyle o
kudretli hali pek kalmamış ne yazık ki! Yine de Sille’nin içinden geçen, küçük
bir çay bile olsa suyu görmek mutluluk veriyor insana…
Sille’nin bir zamanlar nüfusu yirmi binmiş! Köyün şimdiki
terk edilmiş halini görünce garip geliyor insana ama bir zamanlar çok büyük bir
yerleşimmiş burası! 7 Camii, 7 Kilise varmış fakat mübadele sonrası önce Rumlar
gönderilmiş, sonra da zamanla Türkler göç etmiş buradan ve bir süre sonra
kaderine terk edilmiş ne yazık ki. İnsanlar terk edince o eski yapıların
bakımları yapılamamış, köy ölüme terk edilmiş sanki! 2012 gibi Selçuklu
Belediyesi köye el atmış ve halen de devam eden restorasyon ve tadilat
projeleri başlayıp Sille’yi turizme kazandırmışlar! Emeği geçenlere kendi adıma
teşekkür etmek isterim! Konya'da
zevkle gezip görüp, güzel bir de kahvaltı yapabileceğiniz nadir yerlerden
birisi olmuş!
Ben köye erken gittiğim ve kahvaltıyı beraber yapacağımız
için ekibi beklemem lazım, tabi boş durmak olmaz köyü gezmek için güzel bir
fırsat benim için. Otobüs durağı köyün girişinde olduğu için zaten ister
istemez çay boyundan yukarı doğru yürüyüp tüm köyü geziyorsunuz.
Köyün içinden geçen ıslah edilmiş bir çay var, hatta bu çayın
içine fıskiyeler yapmışlar ve belirli bir saatten itibaren açıp çalıştırıyorlar,
güzel bir görüntü oluyor. Çayın etrafında sağlı sollu eski evler var ve evlerin
bir kısmı dükkân olarak hizmet veriyor, bir kısmında ise halen insanlar
oturuyor. Köyün ibadete açık Camisi
kubbesiz Selçuklu tarzı bir Camii ve onarımı devam eden bir iki daha var. Bu
arada güzel bir sürpriz oldu benim için, biz Sille’yi gezerken ünlü rehber
Saffet Emre Tonguç’ta ekibiyle köyü gezip çekim yapıyordu. Ben kendisiyle
Camii’nin önündeki ufak köprünün başında karşılaştım, bir hatıra fotoğrafı
çektirmeyi de ihmal etmedim!
Köyün sonunda diyeyim, bir kilise onarım geçirip ziyarete
açılmış. Adı Aya Eleni olan bu Kilise zamanında Hristiyanlığın ikinci büyük kilisesiymiş!
İsa’nın doğumundan 327 sene sonra Bizans İmparatoru
Konstantin'in annesi Helena, Kudüs’e hacca giderken Sille’den
geçer ve burada heybetli bir kilisenin olmadığını fark eder. Kendisi kraliçe
olduğundan buraya yapılmasına karar verdiği kilisenin de heybetli olmasını
ister. Nedeni ise Sille’nin hac yolu üzerinde olmasıdır. Kilise onarılarak
günümüze kadar gelir.
Dışarıdan çok büyük durmuyor ama içine girince özellikle
tavan ve duvar süslemeleri oldukça etkileyici geliyor. Bir kısım süslemeler
zarar görse de çoğu onarılmış ve günümüze aktarılmış.
Kilise’den çıkıp biraz daha köyün arkalarına doğru gidiyorum
ve orada bir hamam dikkatimi çekiyor! Hamam restorasyonda ama başında kimse
olmadığı için ben içine girip gezebildim. Onca yıla, onca bakımsızlığa rağmen
halen ayakta kalması da büyük başarı!
Hamamın girişine Gökçeada’daki Rum
Köylerinden tanıdık gelen bir çamaşırhane gördüm. Burada sıcak su ısıtılıp köyün
kadınları çamaşırlarını birlikte yıkıyorlar, sanırım Rumların olduğu her yerde
böyle yapılar bulunuyor!
Kilise’nin yakınlarında bir tepe üzerinde mezar taşları ve
küçük bir Şapel var, restore edilip onarılarak Zaman Müzesine dönüştürülmüş.
Şapel'in içinde sergilenecek, gösterilecek Hristiyanlığa dair bir iz kalmaması,
burayı değerlendirmek için yeni bir arayışa çıkılmasına sebep olmuş. Şapel'in
Hristiyanların ve Müslümanların mezarlıklarının arasında olması, doğum ve ölüm
arasında geçen zamanı simgelemesinden yola çıkarak Türkiye'nin ilk Zaman Müzesi
kurulmuş ve Osmanlı'dan Cumhuriyet'in ilk dönemlerine kadar kullanılan pek çok
saat, takvim ve zaman ile ilgili obje Akademisyenler öncülüğünde toplanarak
burada sergilenmiş.
İçeride pek çok saat, takvim, usturlap, masa saati gibi nesne ve bunlarla ilgili tablolar bulunmakta. Müze görevlisi Ahmet Bey çok ilgili ve bilgili, güzel bir anlatımla Müze'yi tanıtıyor. Şimdi sizleri Ahmet Beyin anlatımıyla Müze'de dikkatimi çeken takvimlerden birisi ile baş başa bırakıyorum...
Benim kısa gezim sonrası bizimkiler geldi ve hep beraber
kahvaltı yapmak için bir yere geçtik. Sille Köyü'nde kahvaltı yapabileceğiniz
güzel yerler var, bunlardan birisi de Sille Konak. İki katlı, bahçeli bir konak
tadilattan geçirilmiş ve kahvaltı veren güzel bir yere dönüştürülmüş. Mekân çok hoş, güzel bir bahçesi
var, çalışanlar yeterince ilgili ve içten. Kahvaltı çok iyi çünkü çeşit bol ve masaya
gelen her şey kaliteli.
Standart kahvaltıda sıcak tabaklarda olduğu için
fazladan bir şey istemenize gerek kalmıyor. Peynirler, zeytinler, reçeller, tereyağı, batma kaymak,
peynirli mantar güveç, sucuklu yumurta, menemen, peynirli gözleme, söğüş
tabağı, bal vs. masadaki her şey lezzetli, zevkle yedik. Sille Konak'ı kahvaltı için severek
tavsiye ediyorum. Biz bu güzel mekânın da etkisiyle uzun uzun sohbet ede ede,
bol bol fotoğraf çeke çeke güzel bir kahvaltı yaptık. Sonrasında köyü bizim
ekip ile birlikte tekrar gezdim.
Sille gezimiz sonrası Konya’da kaldığımız süre boyunca
anlaştığımız taksicileri arıyoruz ve Konya’nın meşhur Kelebek Bahçesi’ni
gezmeye gidiyoruz. Bu arada şunu da belirteyim Konya’daki taksiciler çok garip
geldi bize! Hayır, kötü anlamda değil şöyle diyeyim, İstanbul’da olsa taksici
ile indirimli anlaşmak, aradığında ulaşmak sorun olurken burada taksici bizi
aradı desek yeridir! İstediğimiz yere rahatça götürdüler, biz gezerken
beklediler ve ücret konusunda yardımcı oldular. Tüm ekip olarak teşekkür
ediyoruz kendilerine!
Selçuklu Belediyesi, Tropikal türlerin de olduğu bir Kelebek
Bahçesi kurmuş. İçeride azı yerli çoğu yabancı pek çok kelebek türünü hem koza
halinde hem de birebir canlı görebiliyorsunuz. Ufak bir mağaza bölümü de var kelebekli
hediyelik eşyaların ve bizzat ölü kelebeklerin satıldığı bir bölüm burası. Kelebek
Bahçesi ise elbette kapalı bir alan, içerisi nemlendiriliyor ve kelebekler
bitkilerin arasında özgürce uçabiliyorlar.
Çiçeklerin arasında portakal gibi
şekerli meyveler dilim halinde asılmış, sanırım kelebekleri bu yolla
besliyorlar. İçerideki türler arasında Dünya’nın en büyük kelebeği olduğu
söylenen tür de vardı ama ben kartal gibi bir şey beklerken elim kadar bir
kelebek gördüm!
Kelebek Bahçesi sonrasında hep birlikte özelikle öğrencilerin
görmeyi çok istediği, Konya Bilim Merkezi’ne gidiyoruz. Burası hava alanı
yolunda, yoldan geçerken zaten dikkatinizi çekecek bir tasarıma sahip. Sanırım
kapanış saatine yakın bir zamanda geldiğimiz için rehbersiz, kendimiz geziyoruz.
İçerisi iki kat ve bölüm bölüm planlanmış, dinlenmek ve bir şeyler atıştırmak
için bir kafe ve mağazaya da sahip. İçerik olarak uzay ve astronomiden, robotiğe
kadar pek çok alanda sergilenen eserler var, her eserin yanında da ayrıntılı
bir bilgi panosu yer alıyor.
Burada eserleri sadece bakmıyor aynı zamanda kullanıyorsunuz
da! Ziyaretçilerle etkileşime geçilmiş böylece daha kalıcı bir öğrenme ortamı oluşması
düşünülmüş. Ben özellikle robotik ve teknoloji bölümünden etkilendim. Karşısına
geçen insanın kol hareketlerini takip eden robot ve sürü robotları canlı kanlı
görmek güzeldi.
Gün sonunda akşam yemeği için son defa Bolu Lokantası’na
geçerek etli ekmek yiyoruz ve sonrasında da her akşam yaptığımız gibi Alaaddin Tepesi’ne
geçip çay kahve ile akşamı kapatıyoruz. Sabah ben hariç herkes dönecek, benim
bir günüm daha var.
Konya’daki son günüme uyandım, bugün tamamen yalnızım ve listemde
görmek istediğim ana yerleri gördüm, şimdi kalan kısmı sakince gezebilirim. Güzel
bir kahvaltı yapmak için daha önce yemek yemeye gittiğim Lokmahane’ye gideceğim,
sosyal medyada kahvaltısı için güzel yorumlar görmüştüm, beklentim yüksek. Zaten
Konya’da kahvaltı için öyle çok da seçeneğiniz yok!
Sabah saat 9.30 gibi sanırım ilk müşteri benim! İçeride
personel o gün için hazırlık yapıyor, öğlen ve akşam yemeği için rezervasyonlar
var. Ben küçük bahçe kısmına geçip kahvaltı siparişimi veriyorum.
Serpme kahvaltı gayet güzel her şeyden önce masaya gelen her
şey özenle seçilmiş! Tahin ve
pekmez Konya bölgesinde Lokmahane'ye özel olarak yaptırılıyor. Masada boğaz
yakmayan gerçek bir bal var, kaymakla harika gidiyor. İlk defa bir kahvaltıda haşhaş gördüm
ve çok beğendim. Bir parça
ekmeği önce bala batırıyorsunuz sonra da haşhaşa ve çok güzel yakışıyor bu iki
lezzet.
Masaya Konya'nın yöresel peynirleri
olan küflü peynir ve keçiden yapılma Divle obruk peyniri geliyor ki ikisi de
çok güzel. Bir parça yine özel yapım güzel yağlı
bir koyun yoğurdu geliyor ki çook hafif bir yanık tadı var ben çok beğendim. İki çeşit zeytin var gayet güzel ikisi
de. Normalde reçelleri kendileri yapıyorlar ama maalesef bu ara tüm reçel ve
turşuları bittiği için başka yerden alınma iki çeşit reçel vardı masada.
Masaya sıcak olarak gelen kavurmalı yumurta muhteşem! Kavurmayı kendileri yapıyorlar,
fabrikasyon değil ve gerçekten tadına doyamıyorsunuz! Menemen aynı şekilde çok güzel, ekmek
bana bana yedim. Bir tür lavaş
arasında peynir eriterek yapılan Sıkma, börek gibi leziz. Kahvaltıda sınırsız çay da olunca
masadaki her şeyden zevkle yiyorsunuz, Konya için bu kahvaltıyı kesinlikle not
edin derim!
Kahvaltımı yaparken yan masada düşünceli bir
şekilde sigara içip çalışanlarla konuşan birisi gözüme takılıyor! Dikkatli
bakınca fotoğraflarından tanıyorum, Lokmahane’nin kurucusu ve sahibi Harun Bey! Selam veriyorum sağ olsun masama geliyor ve güzelce sohbet ediyoruz.
Lokmahane’nin kuruluşunu, bulunduğumuz mahallenin nasıl bir proje olarak
başlayıp kimlerin ihmali sonucu atıl kaldığını, tarifleri bulmak ve korumak
için verdiği emekleri, Konya’yı, Konya’nın yerel lezzetlerini, gündemi, ülkeyi,
siyaseti…
Tabi esas konu Lokmahane ve yerel lezzetlerdi… Özellikle de
kahvaltıda yediğim Divle Obruk Peyniri ile ilgili sorularımı cevapladı ve
kendisinin bu peynirle ilgili hikâyesini uzun uzun anlattı…
Ülkemizin maalesef kıymeti bilinmeyen lezzetlerinden birisi,
Divle Obruk Peyniri. Karaman'da üç beş köydeki obruk denilen yeraltı
mağaralarında yapılabiliyor bu peynir. Doğal ortamda yetişen koyun ve keçilerin
sütü kullanılıyormuş bu peynir için. Tulumlara sıkı sıkı doldurulan peynirler ki, doldurma işlemi
önemliymiş içeride hava kalmaması lazımmış, özel bir tür bakteri barındıran
obruklarda yaklaşık 8 ay bekletiliyormuş. Obrukların barındırdığı özel
bakteriler, obrukların ısı ve nem durumu 8 aylık sürede peynirin olgunlaşmasını
sağlıyor. Bu bakteriler tulumların etrafını kaplıyor ve zamanla kızılımsı bir
renk alıyor tulumlar! Hatta ben ilk gördüğümde bu tulumları renginden dolayı
çömlek sanmıştım! Tabi sadece renk vermiyor, tulum içindeki peynire de etki ediyor
ve bu güzelim lezzet ortaya çıkıyor. Hem koyun hem keçiden yapılanını tatmış
biri olarak koyundan yapılanın bir tık daha leziz olduğunu belirteyim…
Harun Bey sadece anlatmakla kalmadı, sağ olsun
bana özel bir tulumda kesip tadına baktırdı. Aynı şekilde koyun yoğurdu ile ilgili
de bilgiler verdi. Hatta zamanım olsaydı ertesi gün kavurma yaptıkları yere
götürüp birlikte az önce yiyip de tadına bayıldığım kavurmanın yapılışını da
görecektim ama benim son günümdü, maalesef gidemedim.
Kahvaltı sonrasında Lokmahane’nin Konya yerel
tarifine uygun yapılan Sac Arası tatlısından ikram ediyor, İstanbul’da
yediklerimde çok farklı daha ev işi gibi ama tadını beğendim.
Lokmahane gibi özgün ve güzel bir yere verdiği
emek ve güzel sohbeti için Harun Beye tekrar teşekkür ediyorum, bir gün tekrar
görüşmek üzere…
Günümün kalan zamanında hiç acele etmeden not aldığım tarihi
yerleri gezmeye ayırıyorum…
İlk durağım önünden pek çok defa geçtiğim İplikçi Camii. Önünden
geçerken dikkat etmezseniz Camii olduğu bile dikkatinizi çekmez! Öyle kubbesi,
süsü, püsü yoktur kırmızı tuğladan sanki küçük bir fabrikaymış gibi bir yapı,
tabi fabrikadan farklı olarak bir minaresi var! Rivayete göre Hz. Mevlana
burada bir dönem İmamlık yapmış ve konaklamış, bu nedenle İplikçi Camii Konya’nın
görülmesi gereken yerlerinden birisi olarak kabul edilir. Ben içeride pek
fotoğraf çekemedim ışık sorun oldu, bilginiz olsun.
Alaaddin Tepesi üzerinde restorasyon aşamasında olan Alaeddin
Camii ve II. Kılıç Arslan Türbesi var. Restorasyon sebebiyle bir kısım alan
çevrilmiş olsa da Alaeddin Camii’nin içini gezebilirdim ki öylede yaptım!
Camii
kısmı bir Selçuklu Camii olması sebebiyle çoğu kısımda düz ahşap tavana sahip ama
bir iç kubbe de bulunmakta. Özellikle bu iç kubbe kısmında Türkuaz rengi çini işlemeler
göz alıyor, pek çok Selçuklu Camii’nde olduğu gibi.
Camii içindeki çini süslemeler kadar abanoz ağacı
kullanılarak, kündekari(birbirine geçme) işçiliği ile yapılan ahşap minber
dikkat çekiyor. Yakından bakıldığında üzerindeki süslemeler ve bu süslemelerdeki
incelik göz alıyor. Bu arada Camiyi gezerken gayet sarıklı cübbeli bir grup
içerideki kubbe altında toplanıp mikrofon ve hoparlörden dua okudular sanırım
bir cemaatin üyeleriydi, nedense aklımda kaldı!
Buradan çıktıktan sonra görülmesi gereken Selçuklu
Camiileriden birisi olan Sahib-i Ata Camii’ne doğru gidiyorum. Alaaddin
Tepesinden daha içerilere doğru yürümem gerekiyor, sanırım Konya’nın kenar
bölgelerinden birisine geldim. Bu yürüyüş sırasında dikkatimi bir şey çekti, bu
cami yolunun geçtiği yer bildiğin Suriye olmuş! Konya’da Suriyelilerin
yerleştiği mahalle bu yol üzerinde ve birden tabelalar, sokakta konuşulan dil
ve insanlar değişiyor! O Selçuklu’nun Konya’sından günümüzün Türkiye’sine geçiyorsunuz
tek bir mahalle değiştirerek! İlginç!
Sahib-i Ata Camii, bugüne kadar gördüğüm diğer camilerden çok
farklı bir şekilde karşılıyor beni. Oldukça süslü, görkemli hatta minareli bir giriş
kapısı var! Selçuklunun o kendine has kapı oymaları, süslemeleri kendini
gösteriyor ve göz okşuyor usulca! İçerideki bilgi panosundan öğreniyorum ki Orijinal
Camii 1871 yılında yangın geçirmiş ve bugünkü hali yanan cami yerine inşa
edilmiş! İlk yapıldığında çok daha büyük olan caminin taç kapı ve minaresi,
yangın sonrası yangın sonrası yapılan daha küçük camiden uzak kalıp avlu
kapısına dönüşmüş! Yazık! Bu hali bile güzelken o ihtişamlı büyük ilk halini
düşünemiyorum bile…
İçeri kısma geldiğimde oldukça sade, düz ahşap tavanlı, ağaç
direkli bir cami karşılıyor beni. Sahib-i Ata Camii, Selçuklulardan günümüze
kadar gelebilen en eski ağaç direkli camilerden birisiymiş! İçeride ilk yapıdan
kaldığı düşünülen bir çinili mihrap var, çok güzel olduğunu söylememe gerek yok
sanırım!
Camiden çıkıp girişi yan tarafta sokağa bakan Sahibi Ata Vakıf
Müzesine geçiyorum ve Karatay Medresesi ile İnce Minareli Medrese’ye yapı olarak
çok benzeyen bir sergi alanına giriyorum. İçerisi bana artık tanıdık gelen ama
yine de çok etkileyici olan Selçuklu çini işçiliği ile süslenmiş. Hatta içeride
sergilenen sandukalar bile türkuaz rengi çinilerle kaplanmış!
İçeride bir odada
Konya’nın çeşitli yerlerindeki mescit ve yapılardan günümüze kadar gelmiş
kapılar sergileniyor. Tabi bu kapıların el emeği göz nuru olduğunu, her birinin
birer sanat eseri kabul edilebileceğini belirtmeliyim…
Konya’daki son akşam yemeğim için listemde olan Halk Etli
Ekmeğe gidiyorum. Bolu Lokantası kadar olmasa da güzeldi etli ekmeği ve
hizmeti.
Önceki günlerde otelde girişteki görevlilerle sohbet ederken
gözüme bir afiş takılmıştı! Afiş Mevlana Kültür Merkezi’ne aitti ve her
cumartesi saat 19’da başlayan Semazen gösterisi ile ilgili bilgi veriyordu. Mevlana
Kültür Merkezi, otelime yürüme mesafesiydi ve Konya’daki son akşamımda Semazenleri
yerinde izlemek çok güzel olurdu…
Yıllar sonra, çok şükür diyelim Mevlevi törenleri için
Mevlana'nın adına yaraşır güzel bir Kültür Merkezi yapmış Konya Büyükşehir
Belediyesi. Emeği geçenleri tebrik ederek sözüme
başlayayım... Mevlana Kültür Merkezi çok geniş bir alana kurulmuş kapalı büyük
bir salonu, etkinlik alanları hatta dışarıda bir tür amfi tiyatro gibi ayrı bir
tören alanı daha var.
Her cumartesi saat 19'da başlayan ve yaklaşık 1 saat süren,
ücretsiz ve herkese açık Mevlevi törenleri oluyor. Törenin günü ve saati döneme
göre değişiklik gösterebilir ama Mayıs 2017 tarihinde böyleydi.
Törenin yapıldığı salon 2500 kişi alabiliyor ve rezervasyon
yaptırılmıyor, bilginiz olsun. Ben ilk defa bir Sema Töreni izledim ve
beklediğimden farklıydı! Önce kısa da olsa bir Mevlevi sohbeti yapılıyor bir
üstat tarafından, Mevlevilik hakkında manevi bir konuşma yapılıyor. Sanki Cuma
günü imamın vaaz vermesi gibi Dini bir ritüel bu! Sonrasında Semazen sırasında
dikkat edilmesi gereken uyarılar yapılıyor, Sema hakkında bilgiler veriliyor.
İstanbul’da nargilecilerin bile şov olarak bir Semazen kılıklı döndürdüğü bu
zamanda, “Gösteri” diye bildiğimiz şeyin bir “İbadet” gibi olması ilginç
geliyor ilk başta!
Sonra Semazen başlıyor. Etkileyiciydi, her anlamda...
İbadetin, adanmışlığın musiki ile buluşmasını dinlemek ve izlemek... Size tam
olarak anlatamam aslında eksik kalır pek çok şey! O yüzden umarım sizde benim
gibi şanslı biri olup yerinde izlersiniz bu töreni…
Yazımın ve Konya seyahatimin sonuna geldim. Bir gün tekrar
görüşmek dileğiyle…
Eline sağlık Tuncer, yine çok güzel anlatmışsın..
YanıtlaSilEllerinize sağlık çok güzel yazı olmuş
YanıtlaSilhttp://salonada.com