Mavi ve Yeşil! Turizm denilince
aklımıza gelen iki renk! Oysa benim aklım ve kalbim ikisinde de değil! Kapadokya’da
deniz yok dolayısıyla mavi değil! Orman veya muhteşem bir bitki örtüsü yok
dolayısıyla yeşil de değil! Bu iki renkten yoksunluğa rağmen garip bir büyüsü var
bu kahverengi taş, kaya, toprak ve kum diyarının… Tüm bilinen ve pazarlananın zıttı
olmasına rağmen bir defa görenin kalbinde yer eden tarifi zor bir güzelliği
var… Aradan tam bir buçuk yıl geçmesine rağmen halen gözümün önünde, kalbimin
derinliklerinde izi kalan bir güzellik…
Benim Kapadokya’m 4 gün 4 şehir; Göreme,
Avanos, Ürgüp ve Uçhisar… Göreme konakladığım yer dolayısıyla her gün orada
bulundum, Avanos ve Ürgüp’te birer güzel gün geçirdim. Kapadokya’ya gitmeden
önce kafamda kurduğum planda her şehire bir gün ayırmak vardı ama yoldan
geçerken gördüğüm Uçhisar manzarasına vurulup nerdeyse her gün buraya geldim…
Uçhisar, Nevşehir ile Göreme
arasında kalıyor genelde Kapadokya’yı tanıtan televizyon programlarında en çok çekim
yapılan yerdir veya bana öyle geldi… Tabi bunda etkileyici bir güzellikteki
Uçhisar Kalesinin de fazlasıyla etkisi var elbette, Kapadokya’ya gelip de Uçhisar
Kalesi’ni görmeden ayrılmak olmaz!
Uçhisar bir yamaca kurulu aslında! Hatta ben iyice gezip görene kadar
sadece yamaçtaki evlerden oluşuyor sanıyordum! Göreme’den Uçhisar’a doğru
giderken yamaçtaki evler ve Uçhisar Kalesi göze çarpıyor ve aklınıza bu güzel manzara
kazınıyor. Uçhisar’ın eski evleri ve günümüzün muhteşem güzellikteki otelleri
Göreme’den başlayıp Uçhisar’a kadar uzanan Güvercinlik Vadisine bakıyor.
Daha
sonra kurulan ve halen insanların yaşadığı yeni evler ize daha ileride düz bir
alana yayılmış durumda. Yamaca bakan evler mübadele öncesinde gayrı Müslümlere
ait sanırım, zaten yıllarca yıkık dökük kalmasından böyle olduğu anlaşılıyor! Ama
o evler onarılıp restore edilerek bana göre muhteşem manzaraya sahip çok güzel otellere
dönüştürülmüş. Otel denilince öyle çok katlı beton binalar düşünmeyin evlerin
orijinal yapısına sadık kalınarak restore edilmiş böylece çok hoş taş binalar
ortaya çıkmış. Emin olun bugüne kadar gördüğünüz veya bundan sonra göreceğiniz
en doğal aman en güzel oteller Uçhisar’da…
Göreme’den ayaklarım açılsın derseniz yürüyerek veya aman hava çok
sıcak bayılıp düşerim ben derseniz kısa bir taksi yolculuğu ile Uçhisar’a gidebilirsiniz,
ben her ikisini de yaptım. Taksi ile bile gitseniz Uçhisar girişinde inip
yürüyün, o güzel sokaklarda gezin, gördüğünüz her manzaranın her anın tadını
çıkartın derim! Uçhisar’ın girişinde Güvercinlik Vadisi yer alıyor, dilerseniz yürüyerek
vadiyi de keşfedebilirsiniz veya otellerin birisinin terasına oturup bu vadi
manzarasına karşı keyif de yapabilirsiniz! Hayal etmeye çalışın araba, şehir
gürültüsü yok! Sadece rüzgâr, o rüzgârda uçuşan güvercinler ve Güvercinlik
Vadisi’nin o muhteşem manzarası… İnsan daha başka ne ister ki?
Eğer bu yolu takip etmek yerine yolun karşısına geçip az biraz yürürseniz
tek katlı oldukça eski bir bina göreceksiniz, Kocabağ Şarapları’nın eski
fabrikası, şimdinin şarap tadım ve satış yeri. Kocabağ, Turasan ile birlikte Kadadokya
bölgesinin ikinci büyük şarap markası ve oldukça güzel şarapları var. İçeride
şarapların tadına bakıp satın alabilirsiniz veya Uçhisar’ın içindeki yeni ve
şık binada da şarapların tadına bakıp satın alabilirsiniz. Ben Kapadokya’da hem
Turasan hem de Kocabağ şaraplarından aldım ve ikisini de oldukça beğendim, şarap
sever biriyseniz kesinlikle es geçmeyin derim!
Kocabağ şaraplarından Uçhisar’a doğru yürürseniz karşınıza devasa
cüssesiyle Uçhisar Kalesi çıkacak! Tabi bu kaleye giderken sağda solda pek çok yöresel
ürünler ve anı eşyaları satan tezgâhlar ve dükkânlar göreceksiniz… Acele
etmeyin bu tezgâhlara da bakın derim!
Uçhisar Kalesi, bölgenin simge yapılarından, burayı gezmeden dönmek
olmaz! Uçhisar Kalesini, belediye işletiyor bu nedenle girişteki gişeden bilet
alıp öyle çıkıyorsunuz, müze kart geçmiyor. Uçhisar Kalesi’ni gördüğünüzde şaşırıp
bunun neresi kale yahu bildiğin peribacası diyeceksiniz! Evet öyle! Gördüğünüz,
bildiğiniz diğer kalelere pek benzemiyor!
Uçhisar Kalesi, oldukça büyük bir
peribacası aslında ve konumu gereği neredeyse tüm Kapadokya’yı 360 derece
görebileceğiniz ender noktalardan birisi!
Kapadokya’nın neredeyse tüm
sınırlarını, tüm vadilerini, kasabalarını görebiliyorsunuz!
Uçhisar Kalesi
içinde oyulmuş odalar, su sarnıçları ve hatta tepe noktasında oyulmuş mezarlar
var! Bu mezarlardan bazıları lahit şeklinde olduğu için önemli şahsiyetlere ait
olduğu tahmin ediliyormuş!
Kaleye çıkarken çok sayıda merdiven çıkacaksınız, bu
merdivenlerin eğimi güzel de merdiven kenarlıkları bildiğiniz halat olduğu için
benim gibi yükseklik korkunuz varsa soğuk terler hatta sıcak terler
akıtabilirsiniz :) Ama her şeye rağmen buraya çıkmak ve bu eşsiz manzaraya
bakmak güzel bir deneyim…
Hazır Uçhisar Kalesi’nden bahsediyorken Cappadox Festivali’ne de
değinmek istiyorum. Cappadox, Doğuş Grubunun tam desteğiyle Kapadokya’yı
tanıtmak amaçlı yapılan içerisinde sergiler, konserler, özel sofralar, doğa
yürüyüşlerinin de olduğu ve bizim ilkine tanıklık ettiğimiz tematik bir
festival! Çok şükür sonunda birileri doğru bir düşünceyle İstanbul dışında da etkinlik
yapmayı ve bunu yaparken de ince düşünmeyi akıl etmiş! Neyse! Ben Kapadokya
gezimi ayarlarken gazetelerden de Cappadox Festivali haberlerini görüp web
sitesini incelemiştim. Çok ilginç ve güzel gelen yemek ve gurme etkinlik biletleri
hızlıca tükenince hadi bari bi değişiklik olsun uzun zamandır güzel bir konsere
gitmedim deyip Üstat Erkan Oğur’un konserine gidelim dedik!
Bu arada konserden bir gün önce Uçhisar sokaklarında gezinirken bir
baktım yol kenarında Erkan Oğur yanında tanımadığım birisiyle oturmuş gitarını
akort edip bir şeyler mırıldanıyor, etrafında da tanıyıp yanına gelen 3 - 5
kişi var!
Şaşırıyorum ve çok mutlu oluyorum! Hemen telefonun kamerasını açıp bu
anı kaydetmeye başlıyorum ama Erkan Oğur’un öyle farklı bir etkisi var ki
beraber resim çektirmeyi teklif edemedim, utandım! Usulca dinleyip izledik
onları…
Konser, benim Ihlara Vadisi Gezisi yaptığım gündü. Tur günü öğleden
sonra hava yavaşça kapandı ve serinledi. Tur bitiminde ben Göreme’ye devam etmeyip
Uçhisar’da kaldım ve Sinem’i bekledim. Tabi beklerken de yağmur yağmaya
başlamıştı ve biraz da acıkmıştım, şu an adını hatırlayamadığım butik bir
restorana rasgele geçip oturdum ve güzel bir mantı söyledim.
Bu esnada bir şey
dikkatimi çekti şöyle ki yaşlı bir yabancı çift de restorana geldi, montlarını
çıkardırlar ve yakınımdaki bir masaya geçtiler. Garson geldi, yemekleri tanıttı
ve siparişlerini aldı. Sanırım bir tür yöresel çorba ile başladılar, sonra bir
tür köfteyi kırmızı şarap ile sakince yediler. Diyeceksiniz ki ne var bunda!
Hayır burası normal ama bana garip gelen daha doğrusu beni düşündüren şuydu! Dışarıda
hava kapalı, yağışlı, hava daha da soğuyacak belli ki ve siz kalkıp dünyanın
bir ucuna tatile gelmişsiniz! Ben olsam hatta biz olsak “ulan kırk yılda bir
tatile geldik onda da havanın yaptığına bak” deyip hem kendi canımı hem de
yanımdakilerin canını sıkardım eminim! Oysa bu çift son derece sakin, hiç
gerilmeden, her lokmanın tadını çıkartarak yemeklerini yediler! Hatta onlarla
ilgilenen garson gelip yemekleri beğenip beğenmediklerini sordu, teşekkür edip çok
beğendiklerini söylediler… Bu gözlem kendimle ilgili bazı şeyleri tekrar düşünmemi
sağladı, sanırım ek çok güzel anı bu şekilde kaybediyorum!
Neyse Sinem geldi, buluştuk ama hava serin ve kuvvetli bir rüzgâr var,
Cappadox görevlileri konserin durumunu öğrenmeye çalışıyor ve isteyenlerin
biletlerini de iade alıyorlar! Biz bekleyip konseri izlemeye kararlıyız! Bu
sırada Sinem tesadüf eseri konser için bulduğu promosyon biletlerden bahsediyor,
acaba bizim biletleri iade edip bu beleş biletlerle mi girsek diye düşünüyoruz!
Biraz daha zaman geçiyor sohbet muhabbet ama hava aynı! Bizim biletleri iade
edip şansımızı beleş biletlerle denemeye karar veriyoruz, yaşasın kötülük! Yağış
tekrar başlayınca ince poşet yağmurluklardan dağıtıyorlar biz ve bir grup insan
ısrarla bekliyoruz, Erkan Oğur varsa biz de varız! Rüzgârdan bizim poşet
yağmurluklar zar zor dayanıyor Üstat çıkacak diyorlar biz de tamam bekleriz
diyoruz!
Zaman geçiyor hava artık iyice karanlık, rüzgârın dinmeye niyeti yok
ama bizimde vazgeçmeye niyetimiz yok! Derken tamam diyorlar konser olacak! Bilet
kontrolü yapılıyor ama kalan zaten küçük bir grup insan o an kimsenin pek bilet
derdinde olmadığına eminim! İçeri girip sahne önüne geçiyoruz, biraz sonra Erkan
Oğur ve ekibi sahneye geliyorlar ve çalmaya başladıkları andan itibaren o
saatlerce bekleyişimiz karşılığını almaya başlıyor! Şuna eminiz o havaya rağmen
Erkan Oğur ve arkadaşları sırf bizler bekledik diye sahne aldılar!
Üstat olmak
sanatçı olmak budur işte! Erkan Oğur’u zaten biliyordum ama açıkçası klasik
kemençe sanatçısı Derya Türkan ve bas gitarda Alp Ersönmez’in adını ilk defa
duydum ve dinledim! Özellikle Derya Türkan gibi bir ismi öğrenmek beni çok
sevindirdi. Yaklaşık 45 dakika kadar sahnede kaldıktan, hepimizi mest ettikten
sonra müsaade istediler, estağfurullah müsaade sizin dedik… O muhteşem geceden muhteşem
anlarla sizi baş başa bırakıyorum…
Uçhisar bana göre Kapadokya’nın en
güzel otellerine ev sahipliği yapıyor, bunlardan birisi Museum Hotel
Cappadocia! Uçhisar’ın girişinde kalıyor ve otelde müşteri olmasanız da burayı
gezebiliyorsunuz.
İç dekorasyonu çok güzel ama bence bu otelin en güzel yeri
havuzu! Havuz konum ve manzara olarak harika bu güzelliği sizlerle paylaşmak
isterdim ama burada otelin konukları yüzüp dinlendiği için fotoğraf çekmedim,
rahatsız etmeye gerek yok!
Esas
bayıldığımız otel, Argos In Cappadocia! Hatta Argos In Cappadocia beni o kadar
etkiledi ki son günümün çoğunu burada geçirdim!
En azından benim gördüğüm
hiçbir otele benzemiyor, aslında burası otel değil koca bir otel kompleksi! Uçhisar
yamacındaki oldukça geniş katlara, sokaklara yayılan bir bölüm otel tarafından
satın alınmış ve restore edilmiş, en azından 2015 mayısında restorasyon çalışmaları
devam ediyordu! Otel odalarının bir kısmı kayalara oyulmuş mağara odalar bir
kısmı ise taş evlerden oluşuyor.
Biz oradayken otel yaklaşık 6 aydır Doğuş
grubunun yönetimindeydi ve ciddi bir yenilenme ve tanıtım yapıyorlardı. Hatta
Cappadox Festivali’ne de cömertçe ev sahipliği yaptılar. Argos güzel hatta çok
güzel ama bu güzelliğin de bir bedeli var, en ucuz odası 200 küsür Euro idi! Hatta
4 odasında oda içinde havuz var ve bu odaların fiyatları 800 küsür Euroydu!
Günde
2 defa yaklaşık 45 dakika süren otel gezileri yapılıyor düşünün otelin
büyüklüğünü ve kalitesini! Argos kendi üzümlerinden şarap yaptırıp şişeletiyor,
binlerce şişeden oluşan oldukça geniş bir şarap kavları var!
Argos’un simgesi haline gelen ve gün boyu Argos’un sokaklarında gezinen
sevimli çok tatlı bir köpeği bile var. Argos’un beklemek için kullanılan lobi
bölümünde bir tür tepsi var ve bu tepside yöresel ürünler oluyor, mevsimine
göre taze meyve veya meyve kurusu ve ben oradan her geçişimde bir avuç meyve
kurusu alıp tadını çıkarmıştım! Size de tavsiye ederim, özellikle o kayısı
çekirdeklerinin tadı çok güzeldi…
Argos’un içinde yemek yemek için
iki bölüm var, SEKİ Restaurant ve SEKİ Lounge. SEKİ Lounge daha çok modern bir
Cafe havasında ve Güvercinlik Vadisinin o muhteşem ötesi manzarasına bakıyor!
Özellikle teras bölümünde oturmak ve bir kadeh şarap ile o sessizlik içinde o
manzaraya bakmak paha biçilmez!
Peki siz burada ne yediniz derseniz, ben Ev Yapımı Kayseri Mantısı Sinem ise bir tür erişte olan Kırcı Makarna almıştı. Ev Yapımı
Kayseri Mantısı yoğurt, nohut ve tereyağı ile sunuluyor ve hem mantı hem de
mantıda kullanılan tüm malzemeler dört dörtlük! Uzun süredir yediğim en iyi
mantıyı burada yedim!
Sinem’in istediği Kırcı Makarna ise yoğurt ve kıyma ile
sunuluyor, şekline bakıp kıymalı makarna işte demeyin yediğim ne güzel
eriştelerden birisiydi! Hatta üzerindeki kıymanın da çok iyi bir etten hazırlandığını
belirtmeliyim! Eğer bir gün kendimi şımartmak istersem Argos In Cappadocia’da birkaç
gün kalmayı isterim!
Evet bu son yazı diğerlerinden çook uzun bir süre sonra yazıldı ama
eninde sonunda tamamladım yazımı! Kapadokya’da dört birbirinden güzel günüm
geçti ve halen yaşadığım anlar aklımda, ruhumda, midemde! Ne zaman olur bilmiyorum
ama bir gün tekrar Kapadokya’da olmak dileğiyle...
Yorumlar
Yorum Gönder