Uzun bir ara vermiş olsam da Kapadokya yazımın üçüncü bölümünü
tamamladım… Kapadokya geniş bir alan, sadece peri bacaları yok eğer buraya
gelip gezmeye karar verdiyseniz bölgenin meşhur yeraltı şehirlerini ve Ihlara Vadisi’ni de görmelisiniz! Her iki bölgede konakladığım Göreme’ye oldukça uzak
bu nedenle ya araç kiralayıp gideceğim veya günlük turlar düzenleyen firmalardan
birisini tercih edeceğim. Ben ikincisini tercih ettim ve günlük tura katıldım.
Göreme’de birkaç tur firması var genelde tüm turlar aynı
paketleri sunuyorlar; Red, Green ve Yellow Tour. Ben konakladığım otelin önerdiği
Stoneland Travel firması ile turu yaptım. Stoneland Travel firmasının Green
Tour paketi içerisinde Göreme Panorama, Derinkuyu yeraltı şehri, Narlı Göl, Ihlara
Vadisi, Selime Katedrali, Güvercinlik Vadisi (Uçhisar) ve bölgenin ünlü taşı
olan Oniks (Onyx) taşı atölyesi ziyareti bulunuyor. Turun fiyatı ( Mayıs 2015 )
Müze Kart’ı olmayanlar için 120 ₮ Müze Kart sahipleri için 100 ₮, bu fiyata öğlen yemeği de dâhil.
Saat 09:15 gibi otelden minibüsle alınıyoruz ve kısa bir süre
firmanın ofisinde birkaç turistin gelmesini daha bekliyoruz. Aracımız yüksek
tavanlı, klimalı bir Mercedes Vito. Rehberimiz kısaca kendisini tanıtıyor ve
tur hakkında kısa bir bilgi veriyor. İlk durağımız Göreme ile Uçhisar kasabası arasında
bulunan Göreme Panorama. Adı üstünde Göreme’yi ve Güvercinlik Vadisi’ni panoramik
olarak görüp fotoğraflayabileceğiniz bir nokta zaten burada amaç güzel bir
açıdan fotoğraf çekmek. Rehberimiz kısaca Kapadokya bölgesinin oluşumu hakkında
bilgiler veriyor.
Malum amacım Coğrafya dersi vermek değil eğer jeolojik
bilgiler öğrenmek istiyorsanız başka kaynaklardan yardım almanızı rica edeceğim :) Göreme Panorama’da nazar
boncuklu ağacı göreceksiniz ama üzülerek söyleyeyim o instagram hesaplarında,
bloglarda bol bol paylaşılan, pek çok gezginin facebook kapak fotoğrafı yaptığı
o ağaç bu ağaç değil! Üzgünüm o meşhur ağaç için biraz daha sabretmeniz ve az
biraz daha yol yapmanız lazım, sabredin derdinize derman olacağım!
Uzun bir yolculuktan sonra Derinkuyu Yeraltı Şehri’ne
ulaşıyoruz. Kapadokya’da çok sayıda irili ufaklı yeraltı şehri bulunmakta, en bilinenleri
Kaymaklı ve Derinkuyu yeraltı şehirleri. Maalesef Kaymaklı Yeraltı Şehri’ni
gezecek kadar vaktim olmadı ama üzülmeyin Derinkuyu Yeraltı Şehri de gerçekten
çok etkileyici! Yeraltı şehrinin girişinde ağırlığı yabancı turistlerin
oluşturduğu uzun bir kuyruk var ve küçük gruplar halinde içeri alınıyoruz.
Önceden uyarayım Derinkuyu yeraltı şehri 8 katlı ki tamamını gezemiyoruz,
içerisi serin ve oldukça dar. Bu nedenle kapalı alan korkunuz varsa veya astım
ve kalp rahatsızlığınız varsa pek tavsiye etmeyeceğim, zaten bununla ilgili
uyarı var!
Derinkuyu yeraltı şehrinin geçmişinin Hititlere hatta Asur’lara
kadar uzandığı düşünülüyor. Oldukça geniş bir alana yayılmış ve kazılan,
bilinen, gezilen 8 katı var ama daha fazla kata sahip olduğu biliniyor. Bölgedeki
evlere hatta diğer küçük yeraltı şehirlerine bağlantısının olduğu söyleniyor. Halkın
savaş zamanında saklanmak, korunmak için bu devasa yeraltı şehirlerini yaptığı
düşünülüyor. İçeride mutfak, kilise, ahırlar, erzak depoları, şaraphaneler, toplantı
odaları, masalar, odalar var yani binlerce insanın savaş durumunda saklanıp
normal yaşamını sürdürmesi için gereken her şey düşünülmüş! Öyle yeraltında
diye havasız, nemli bir ortam aklınıza gelmesin! Yağmur suyunun oluşturacağı
hasar bile düşünülmüş ve önlem alınmış!
Bir diğer ilginç bilgi ise yeraltı şehrini korumak için yapılan
tonlarca ağırlıktan oluşan taştan kapılar! Yapılan incelemeler sonucu bu disk
şeklindeki büyük taş kapıların bu bölgede bulunmayan farklı bir taş
kullanılarak yapıldığı belirlenmiş! O taşı nereden buldunuz, nasıl o kapıya
dönüştürdünüz, nasıl buraya indirdiniz! İnsan hayret ediyor! Kapıların üzerinde
askerlerin dışarısını gözetlemesi ve gerektiğinde ok ile saldırması için
delikler bile düşünülmüş!
Yaklaşık 4 katı gezdikten sonra tekrar yeryüzüne çıkıyoruz! Bu
insanlar bu dar ve alçak koridorlarda nasıl günlerce belki de haftalarca
yaşamışlar inanması zor geliyor!
Derinkuyu Yeraltı Şehri’nin girişinden yaklaşık 200 metre
uzakta çok güzel görkemli bir kilise dikkatimi çekiyor ve zamanımız az olduğu
için koşarak gidip birkaç fotoğraf çekmekle yetiniyorum. Daha önce de
belirttiğim gibi Kapadokya bölgesinde mübadele öncesinde çok sayıda gayrimüslim
yaşıyordu bu nedenle bölgede çok sayıda kilise bulunmakta. Sonradan internetten
yaptığım araştırmalarda yeni adıyla Üzümlü Kilisesi orijinal adıyla Aziz
Theodoros Trion Kilisesi’nin Ayastefanos Antlaşması gereği Osmanlılar
tarafından savaş tazminatı karşılığı olarak Sultan Abdülmecid döneminde
yapıldığını öğreniyorum. Mübadele sonrasında ise maalesef Anadolu’daki çoğu
kilise gibi bakımsız kalmış, ikona ve resimler tahrip edilmiş. Öğrendiğim
kadarıyla sadece mayıs ayında Fener Rum Patrikhanesi tarafından birkaç gün
açılıp tören yapılıyormuş.
Şimdi tekrar uzun bir yolculuk yapıp günlük turumuzun esas
gözdesi olan Ihlara Vadisi’ne doğru yola çıkıyoruz. Ihlara Vadisi Aksaray
ilinin Güzelyurt ilçesinde bulunuyor yani artık Nevşehir’de değiliz, ne kadar
yol yaptığımızı ve Kapadokya’nın ne kadar geniş bir bölge olduğunu anlayın diye
söylüyorum!
Ihlara Vadisi’ne giderken yoldan biraz sapıp Narlıgöl’e kısa
bir fotoğraf molası için uğruyoruz. Narlıgöl jeotermal özelliği bulunan bir
krater gölü oldukça geniş ve derin diye biliyorum. Size tavsiyem bu gölün
fotoğrafını çekmek için telefon yerine kaliteli mercekli yarı veya tam
profesyonel bir makine kullanın! Benim gariban Iphone 4S’in merceği gölü
sığdıramadı!
Biz uzaktan gölün o zümrüt yeşili harika manzarasına doya doya
baktık! Öğrendiğim kadarıyla yakınlarca iki jeotermal otel yapılmış, konaklamak
isterseniz araştırın derim! Umarım Pamukkale’deki oteller gibi bu doğa harikası
doğal krater gölüne zarar vermezler diye düşünmeden edemiyor insan!
Ihlara Vadisi’ne geçmeden önce Ihlara Kasabası’nda
konaklayıp yemek yedik. Bizim tur Star Restaurant isimli Melendiz Çayı
kıyısında bulunan bir yer ile anlaşmış, yemekler eh işte seviyesinde çok özel
bir lezzet beklemeyin ama kötü de değil belirtmek isterim. Ben sorun etmedim açıkçası
dinlendik, yemeğimizi yedik, ekip ile sohbetimizi yaptık ve Ihlara’ya doğru
yola koyulduk.
Ihlara Vadisi dünyanın ikinci büyük kanyonu, içerisinde
yaşam olan dünyanın en büyük kanyonu diye hatırlıyorum! Yaklaşık 150 metre
derinliğinde 14 km uzunluğunda içerisinde Melendiz Çayı’nın geçtiği ve gelseniz
iyi olur değil gelin görüm dediğim yeryüzündeki Cennet’ten bir bölüm!
Vadiye giriş yaparken yüzlerce basamağı olan bir merdivenden
aşağıya iniyoruz ve inerken gördüğümüz manzara ile bile etkilenmeye başlıyoruz…
İçerisinde yüzlerce mağara, inzivaya çekilen keşişlerin kaldığı
çok sayıda kaya, mağara kilise, binlerce güvercin yuvası barındırıyor. Burada
yer alan kiliselerin bazısı o kadar eski ki çoğu kilisede gördüğünüz ikonalar,
çizimler yerine sadece kırmızı Malta Haçları yer alıyor! Ağaçaltı Kilisesi en
bilinenlerden bir tanesi, içeriye girdiğimizde maalesef çoğu kilisede olduğu
gibi ikonaların tahrip edilmiş olduğunu görüyoruz! Belirtmeden geçmeyeceğim
neredeyse tüm kiliselerde resimlerin tamamı değil daha çok yüz bölümleri tahrip
edilmiş! Bu nedenle mübadelede göç etmek zorunda kalan Hristiyanların
arkamızdan ağlamasınlar diye yüzlerini tahrip edip öyle göç ettiği yönünde bir
anlatı var bu açıdan düşününce mantıklı geldi! Bilginiz olsun diye paylaşmak
istedim…
Tek tek tüm kiliselerden bahsetmeyeceğim ki zaten biz 4
kilometrelik kısa turu yaptık ama şunu özellikle belirteyim Ihlara Vadisi’ni
tamamen gezeceğim, tüm mağaralara girip bakacağım derseniz bir gün bile yetmez
gibi geliyor gerçekten oldukça geniş bir alan zamanınızı, giriş çıkışınızı buna
göre ayarlayın derim!
Biz Belisırma kapısında
bizi bekleyen minibüsümüze binip Selime Kasabası’na doğru yola çıktık. Burada Hristiyanlığın
ilk dönemlerine ait oldukça büyük bir mağara Katedral bulunmakta. Katedral çok
görkemli ama benim dikkatimi katedralden ziyade yolun karşısındaki türbe
çekiyor!
Serbest zamanda koşa koşa türbenin yanına gidiyorum ve tahmin ettiğim
gibi Selçuklular zamanından kalma Selime Sultan Türbesi imiş. Türbenin de
içinde bulunduğu mezarlıktaki oldukça eski mezar taşları dikkatimi çekiyor. Türbenin
tarihçesi oldukça uzun buraya yazmıyorum ama ilginizi çektiyse tanıtım tabelasının
fotoğrafını çekmiştim ekliyorum oradan okuyabilirsiniz…
Gelelim Selime Katedrali’ne… Selime Katedrali oldukça büyük
bir kompleks aslında! Bir tür heybetli dağ, kayalık, peribacası da diyebiliriz.
Ortodoks Hristiyanların Din adamı yetiştirdiği bir manastır, kilise ve hatta
bir dönem askeri üs olarak bile kullanılmış! Katedral içerisinde çok sayıda
mağara oda bulunmakta ben bir kısmını gezebildim. Yükseklik korkumu bir yere
kadar dizginleyebilip belli bir yere kadar çıktım, manzara gerçekten çok güzel.
Turdan bazı kişiler en tepeye kadar çıktılar ama teşekkürler ben almayayım
dedim ve daha rahat edebileceğim aşağı taraflarda zaman geçirdim :)
Dönüş için yola koyuluyoruz ama tur bitmedi Göreme’den önce
Uçhisar’a uğrayacağız. Dönüş yolu uzun, tüm gün yürümüşüz, tırmanmışız, hava da
hafif kapalı ve yağışlı yani yol boyunca uyuklamak için tüm koşullar oluşmuş :)
Uzun yolculuğun ardından Uçhisar’a geldik ilk durağımız
Kapadokya El Sanatları Merkezi, burası oldukça büyük bir üretim ve satış
merkezi. Kapadokya bölgesine özgü mermer, onyx, zultanite taşlarının işlendiği
ve biblolardan, oldukça pahalı takılara varan geniş bir yelpazede ürünlere
dönüştürüldüğü bir yer.
Özellikle zultanite denilen ve ışığa göre renk
değiştiren taş oldukça dikkat çekici ama oldukça da pahalı! Burası bana pek
hitap etmedi kendime ve aileme birkaç uygun fiyatlı hediyelik eşya aldım ama
özellikle kadınların bayıldığı bir yer bu nedenle sevgiliniz veya eşinizle
gidiyorsanız buraya uğramayın derim :)
Evet geldik turumuzun sonuna! Son durağımız Uçhisar’dan
başlayıp Göreme’ye kadar devam eden Güvercinlik Vadisi’nin panoramik olarak
görülebildiği ve yazının başında bahsettiğim meşhur nazar boncuklu ağacın da olduğu
meydan! Hava yağışlı ve rüzgârlı ama yine de hepimiz bu manzarayı
fotoğraflamaktan kendimizi alamıyoruz umarım siz daha güzel bir günde gezersiniz
çünkü oturup saatlerce seyredilebilecek bir manzara…
Kapadokya yazılarımın son bölümü olan Uçhisar yazısında
görüşmek üzere…
Yorumlar
Yorum Gönder