Kabul
etmek lazım 2003 2004 sonrası Türk yeme içme sektörü ciddi bir değişim yaşadı
ve yaşanan bu değişimle birlikte daha öne çıktı. Özellikle İstanbul, Ankara ve
İzmir’de batı mutfağı ekolünden gelen yerli cafe restaurant bistro karışımı zincirlerin
birer ikişer faaliyete geçmesiyle birlikte şefinden garsonuna bu yeni akıma
uyum sağlayabilecek elemen ihtiyacı hızla artmaya başladı. Yurdun dört bir
yanında eğitim veren Turizm ve Otelcilik Meslek Liseleri yıllardır bu sektöre eleman
yetiştiriyordu gerçi ama nasıl desem İstanbul Mutfağı’na uyum sağlayacak mutfak
personeli bulmak sektör için sorun olmaya başladı. Bolu Mengen ekolünden gelen çoğu
alaylı tencere yemeği ustaları tam olarak bu ihtiyacı karşılayamadı. Dünya mutfağının
temsilcilerinin Türkiye’de şube açmasıyla ve batı mutfağı öğünlerinin ülkemiz menülerinde yer almasıyla birlikte o mutfağı tanıyan, malzemeleri
ve pişirme usullerini bilen yetişmiş elemanlar sektörde tercih edilmeye başladı.
Sektörün kendini yenileyebilmesi ve oluşan talebe yetişebilmek için İstanbul merkezli özel sektöre
ait mutfak okulları açılmaya başladı. Mutfak Sanatları Akademisi kısaca MSA
kendi alanında ilklerden sayılır. Hem bu sektörde çalışmaya hevesli gençlere hem
de kariyer değişikliği yapmak isteyen her yaştan insana eğitim vermeye
başladılar. Eğer bugün büyükşehir plazalarında çalışıp bir gün istifa edip
kendi patisserie sini açmayı düşünen bir dünya genç kızımız, kendi bistro sunu açmayı düşünen bir dünya genç
oğlumuz varsa birazda bu okullar sayesindedir. Son yıllarda özel üniversitelerde ard arda açılmaya başlanan gastronomi bölümlerine de dikkatinizi çekmek isterim.
Özellikle
son yıllarda yemek yapmanın hamallık değil zevk, güzel yemek yapıp sofra
kurabilmenin piyano çalabilmek kadar hayranlık uyandıran bir yetenek olarak
görülmesiyle beraber bu sektöre olan ilgi hızla arttı. MSA ve türevleri bu
ilgiyi fark edip haftalık eğitimlere ek olarak bir günlük veya birkaç saatlik
atölye çalışmaları düzenlemeye başladılar. Böylece evinde de güzel yemekler ve
sunumlar yapmayı düşünen benim gibi insanlarda profesyonel bir ortamda işin
profesyonelleri ile buluşabilecekti. MSA neredeyse her hafta her güne ayrı
etkinlikler koyarak bu konuda oluşan talebe yanıt vermeye çalışıyor. Et yemeklerinden,
balığa, atıştırmalıklardan tatlılara neredeyse aklınıza gelebilecek her yemek
türüyle ilgili atölye çalışmaları yapıyorlar.
İşte
benim MSA maceramda buna benzer düşüncelerle gerçekleşti. Yok, hayır istifa
edip küçük sevimli modern bir meyhane falan açmayı düşünmüyorum ama evimde daha
güzel yemekler pişirmek isterim elbette. Birkaç ay önce hafta sonu planı
yaparken MSA’nin web sitesini inceledim. Aslında niyetim kırmızı et konulu bir
etkinliğe katılmak olsa da o etkinliğin bileti erkenden tükendiği için denizden
ne çıksa zaten yiyorum mantığıyla neredeyse bir ay öncesinden deniz ürünleri
etkinliğine kaydoldum. Katılacağım etkinlik bir cumartesi günü saat 10:00 ile
14:00 arasında gerçekleşecekti. Eğer MSA’nın etkinliklerine katılmayı
düşünürseniz aylık yayınlanan takvimi inceleyip erkenden kaydolun çünkü çoğu etkinlik bileti satışa çıktığında tükeniyor! Mübarek Tarkan konseri :)
Beklenen
gün geldi çattı atladım sırasıyla otobüse – metrobüse - metro’ya ve metronun Taksim
– Hacıosman hattında İTÜ çıkışından sonra 50 metre yürüyüp Beybi GİZ Plaza bahçesinde
bulunan MSA’nın küçük binasına ulaştım. Eğer arabanız ile gelmek isterseniz
sorun yok geniş bir park alanı var.
MSA’nın
bu binasında üçü profesyonel biri biz amatörler için olmak üzere dört sınıfı
var. Sınıfların hepsi giriş katta ve bina yapımında bolca cam kullanıldığı için
fazla zorlanmadan içerisini görebiliyorsunuz. Ben saat 9 gibi ulaştığımda profesyonel
aşçılık eğitimi alan 3 sınıf çoktan eğitime başlamıştı bile. Her sınıfta ayrı
konularda yaklaşık yirmişer öğrenci eğitim görüyordu. Sınıflar giriş katta,
ikinci katta ise idari ofisler, küçük toplantı salonları, içerisinde nostaljik
mutfak malzemelerinin sergilendiği bekleme alanı bulunmakta.
Saat
10’a doğru kabanlarımızı ve yanımızda bulunan küçük çantalarımızı giriş katta
bulunan şifreli dolaplara yerleştirip sınıfımıza geçtik. Sınıfın girişinde şefin
masası daha doğrusu tezgâhı bulunuyor, su ve çay kahve için ayrı bir masa
oluşturmuşlar istediğiniz gibi yararlanabiliyorsunuz. Ayrıca etkinlik boyunca
kullanacağımız gıda malzemeleri raflarda hazırlanmış bekliyordu.
Sınıf
çok güzel tasarlanmış bunu belirteyim. Karşılıklı iki uzun tezgah ve her tezgahta
çok sayıda ev tipi mutfak şeklinde çalışma istasyonu hazırlanmış. Her
istasyonda mermer ve plastik kesme tezgahları, arkanızda ev tipi fırın ve davlumbaz,
evyeniz ve musluğunuz, tava tencere benzeri mutfak aletlerinin olduğu çekmeceler
bulunmakta, istasyonlar yeterli genişlikte rahat çalışıyorsunuz.
Sınıfa
girdiğimizde her istasyonda iki kişi için tariflerin yazılı olduğu ufak
kitapçık, not almak için kalem ve not defteri, mutfak önlüğü ve aşçı kepi konulmuştu.
Hemen önlüğümüzü giydik, kepimizi taktık selfielerimizi çektik. Her istasyonun
önünde tavana asılmış LCD televizyonlar var böylece sınıfın neresinde olursanız
olun eğitmeni rahatlıkla izleyebiliyorsunuz.
İstasyonlar
iki kişilik bu nedenle yalnız da gelseniz rastgele birisiyle eşleşiyorsunuz. Etkinliğe
eşiyle, sevgilisiyle gelenler olduğu gibi kız kıza erkek erkeğe gelenlerde
vardı. Ben yalnız gittiğim için rastgele birisiyle eşleştim. İstasyon arkadaşım
sağ olsun konuşmaktan aciz aşırı soğukkanlı bir abla idi :) Gerçi hakkını yemeyeyim eli mutfağa yatkındı ama
insan olup iki kelime konuşsaydı daha iyi olurdu!
Biz
hazırlandık ısınma hareketlerimizi yaptık hocamızı bekliyoruz. Eğitmen Şef’imiz
Hakan ŞEN, yardımcısı Asistan Şef Ramazan KAYA namı diğer Ramço ile iki MSA stajyeri tüm etkinlik boyunca hepimize yardımcı oldular. Stajyerler
istasyonlara gerekli malzemeleri yapım sırasına göre dağıtıyorlar ve her
yemekle birlikte içilecek şarap veya tercihen alkolsüz diğer içecekleri servis
ediyorlar. Ayrıca her öğün sonrası artık malzemeleri toplayarak yardımcı
oluyorlar.
Kısa
ve sempatik bir tanışma ardından etkinliğimiz başladı. Etkinliğimiz beraber
yapacağımız üç öğün, şefin yapacağı bir demo ve tatlı ikramından oluşuyor.
Buraya kadar okuduysanız üzülerek belirtmek istiyorum ki ben bizzat etkinlik
katılımcılarından olduğumdan maalesef her aşamada fotoğraf çekemedim o nedenle görsel açıdan bu yazımın zayıf olduğunu belirterek
devam edeyim. Sizde biraz anlayış gösterin artık bir elimde balık, diğerinde bıçak öyle kolay olmuyor :)
İlk
yemeğimiz olan güveçte taze otlu karides(mozarella peynir ve renkli biber ile )
ile başladık. Tarifte geçen her şey istasyonumuza sırasıyla getirildi. Sebzeler
ve diğer malzemeler yıkanmış olduğu için tekrar temizleme yapmamıza gerek
kalmıyor ama kesmek, doğramak ve pişirmek biz kursiyerlere ait. Her ne kadar
tarifler yazılı olarak kitapçıklarda bulunsa da daha çok şef yapıyor bizde
ondan görerek uyguluyoruz, açıkçası böylesi daha güzel. Daha önce pek çok yerde
güveç karides yedim hatta evde bile yaptık ama şimdiye kadar yediğim en hafif
güvecin bu olduğunu belirtmek isterim. Tarifte geçen limon farklı, hoş ve hafif
bir aroma verdi. Genellikle aşırı yağlı, mantarlı bilmem neli olarak yapılan
güveç karideste çoğu zaman karides tadı alamıyoruz bile!
Uğraştık
didindik el emeği, göz nuru güveç karideslerimiz hazır. Sabah aç karnına
gelenler için hafif bir kahvaltı oldu. İsteğe göre kırmızı/beyaz şarap veya
alkolsüz içecekler ile güveç karidesimizi afiyetle yedik.
Şimdi
sıra geldi ıstakoz temizleme ve pişirme işine, malum ıstakoz pahalı bir ürün bu
nedenle bizler seyirciyiz Hakan hocamız yapacak biz izleyeceğiz. İki adet
ıstakozumuz kıskaçları bağlı olarak tezgahın üstünde duruyor. Kıskaçları bağlı çünkü
halen canlılar, eğer daha önceden bilmiyorsanız ıstakozlar canlı alınır satılır hatta
pişirilir! Bizler hocamızın masası etrafına sıralanıp izlemeye ve dinlemeye
başlıyoruz. Hakan şefin tavsiyesi bir kazaya sebebiyet vermemek için ıstakozların
kıskaçlarını pişene kadar açmamak, parmaklarımız bize lazım olacak! Istakozu
ister şimdi bizim yapacağımız gibi haşlayın, ister ızgara yapın mutlaka ilk
başta canlı oluyor. Hakan Hoca haşlamadan önce bıçak ile her ıstakozu ikiye
bölecek, bu işlemin daha doğru olacağını söyledi bize. İyi bilenmiş ve sağlam
bir bıçağı alıp ıstakozun sırtında ince bir çizgi gibi duran bölüme saplayıp
kuyruğuna doğru kesiyoruz, daha doğrusu hocamız kesti ve bu işi sandığımızdan daha
kolay yaptı.
İkiye bölünen ıstakozları Ramazan Hoca suya tutarak temizledi ve temizlenen ıstakozları hemen yan taraftaki ocakta kaynayan karışımın içine attı. Yaklaşık 10-15 dakika haşladıktan sonra dikkatli bir şekilde çıkarıp hem haşlama işlemini durdurmak hem de haşlama sonrası oluşan o güzel turuncu rengi korumak için derin ve geniş bir kabın içindeki bol buzlu suya bırakıyoruz.
İkiye bölünen ıstakozları Ramazan Hoca suya tutarak temizledi ve temizlenen ıstakozları hemen yan taraftaki ocakta kaynayan karışımın içine attı. Yaklaşık 10-15 dakika haşladıktan sonra dikkatli bir şekilde çıkarıp hem haşlama işlemini durdurmak hem de haşlama sonrası oluşan o güzel turuncu rengi korumak için derin ve geniş bir kabın içindeki bol buzlu suya bırakıyoruz.
Bundan
sonrası biraz zahmetli çünkü ıstakozun kabuğunu kemiğini kırıp içindeki eti
almamız lazım. Biraz çekiç biraz sert ve sağlam bir makas kullanarak kabukları
kesip kırıyoruz ve etleri parça parça çıkarıyoruz. Bu işlem biraz gürültülü ve
zahmetli, zaten az olan etlerin sağa sola sıçramaması için ince ve temiz bir
havluya sarıp öyle çekiç darbelerini indirmeniz lazım aklınızda olsun.
Hakan
Hoca geniş bir tava kullanarak bir tür beşamel sos hazırlıyor. İki küçük
borcama ıstakoz etlerini yerleştirip hazırlanan sosu üzerine döküp önceden
ısıtılmış fırına veriyor. Yaklaşık 10-15 dakika fırında pişen ıstakozu hepimiz tadıyoruz
ve çok beğeniyoruz.
Kusura bakmayın fırından çıkmış halinin fotoğrafını çekemedim çünkü hepimiz ıstakoz yemek için üşüştük! Ben daha önce bir tür kıskaçsız ıstakoz diyebileceğimiz langusta yemiştim ama ilk defa ıstakoz yedim ve çok beğendim.
Kusura bakmayın fırından çıkmış halinin fotoğrafını çekemedim çünkü hepimiz ıstakoz yemek için üşüştük! Ben daha önce bir tür kıskaçsız ıstakoz diyebileceğimiz langusta yemiştim ama ilk defa ıstakoz yedim ve çok beğendim.
Sırada
portakal ve beyaz şarap marineli levrek fileto(yasemin pilavı ile) var. Kişi
başı birer levrek bütün olarak bizi bekliyor ama önce fileto çıkarmayı
öğrenmemiz lazım. Hakan Hoca hem işin püf noktalarını anlatıyor hem de birebir yapıyor.
Öncelikle sağlam ve iyi bilenmiş bir et bıçağı lazım bize. Levreği tezgaha
yerleştirdikten sonra kuyruk tarafından önce bir kesik atıyoruz. Sonra bu
kesikten bıçağı tabiri caizse kemiğe kanırta kanırta balığın baş tarafına doğru
kesiyoruz, bu işlemi yaparken dikkat edin bıçak kemiğe dayanmazsa etin çoğu
balık üstünde kalabilir. Bıçak baş tarafa geldiğinde son kesiği atıp filetomuzu
çıkartıyoruz. Aynı işlemi balığın diğer tarafı içinde yapıyoruz. Eğer bıçağınız
keskinse nispeten bu işlemi çok zorlanmadan yapabileceğinizi söyleyebilirim.
Filetoları derin bir borcama yerleştirdikten sonra sarımsak, zeytinyağı, portakal
kabuğu ve suyu, beyaz şarap, fesleğen, tuz ve karabiberden oluşan karışım ile
marine ediyoruz. Marinasyon sonrası döküm gril tavada yağ kullanmadan pişiriyoruz, böylece çok hafif ve lezzetli oluyor.
Marinasyon
devam ederken tavuk suyu kullanarak yasemin pirinci ile pilav yapıyoruz. Her ne
kadar evlerimizde yaptığımız pirinç pilavı gibi olsa da tadının çok güzel
olduğunu belirtmek isterim. Ayrıca tavuk suyu ile yapılan bu yasemin pilavının
levrek eti ile de çok güzel uyum sağladığını söylemeliyim. Levreklerimizi yedik
arta kalanları yanımıza almamız için plastik kaplar dağıttılar ben balıklarımı
bitirdiğim için kalan pilavı eve götürdüm, fırında az biraz ısıtıp afiyetle yedim!
Balığımızı
yedik çay su lavabo sigara molamızı verdik şimdi sıra dil balığı tavada(baharatlı
patates ve tartar sos ile).
Dil
balığı ince uzun yassı hafif kahverengimsi bir renkte bir balık, ben daha önce
yememiştim açıkçası. Tava yapacağımız için fileto çıkarmamız lazım ama
önce dil balığının her iki tarafında bulunan derisini yüzmemiz gerekiyor! Bu işin
bir püf noktası var. Balığı tezgaha yerleştirdikten sonra kuyruğuna bol
miktarda tuz döküp ovalıyoruz. Ovaladıkça deri ucundan kalkıyor işte o kalkan
deriyi tutup sertçe kafasına doğru çektiğimizde deri çıkıyor. Aynı işlemi diğer
taraf içinde yapıyoruz yalnız deriyi çekerken dikkat edin balık zaten yassı ve
ince deride et parçaları kalabiliyor!
Buraya
kadar olan işin kolay kısmıydı! Dil balığı ince yassı bir balık levrek gibi
etli değil bu nedenle fileto çıkarma işi gerçekten çok zor geldi bana! Keskin
ama daha küçük bir et bıçağı kullanmanızı tavsiye ederim, büyük bıçak işinizi
kolaylaştırmaz zorlaştırır. Dil balığının orta sırt kılçığından başlayarak kılçıklara
kanırta kanırta yavaş yavaş açarak zaten ince olan eti çıkartıyoruz, üstelik
bunu alt ve üst için dört defa yapıyoruz! Ben özellikle bunu yaparken çok
zorlandım hatta tabiri caizse balığı mundar ettim! Bundan sonra bir balıkçıda
dil balığı istersem ve beğenirsem ustayı tebrik edeceğim o derece zor geldi
bana :) Filetoları çıkardıktan sonra yıkayıp kağıt havlu ile kuruluyoruz. Şimdi balığımızın garnitürü olan elma dilim fırın patates ve tartar sosu hazırlayacağız.
Elma
dilim patates zaten evde de sık sık yaptığım ve çok sevdiğim bir öğün. Patatesleri
iyice yıkayıp temizledikten sonra boyutuna göre genelde dörde elma dilimi
şeklinde dilimliyoruz. Dilimlediğimiz patatesleri zeytinyağı, sarımsak, biberiye,
toz chili biber ve kimyon ile iyice karıştırıyoruz. Sonrası patatesleri tepsiye
yerleştirip önceden 200 derecede ısıttığımız fırına yerleştiriyoruz. Pişirme süresi size kalmış tavsiyem patateslerin üzeri kızarıp çıtırdayana kadar pişirin.
Sıra
geldi tartar sosu hazırlamaya, özellikle vurguluyorum tarator sos ile
karıştırmayın bende ilk duyduğumda öyle sanmıştım. Kapari çiçeklerini ve kornişon
turşuları bıçak ile küçük küçük küp küp kesiyoruz, kornişon turşular ne kadar
küçük doğranırsa o kadar iyi oluyor. Doğrama işlemi bitince mayonez, göz kararı
tuz ve karabiber, zeytinyağı ile karıştırıyoruz ve sosumuz hazır. Yapımı kolay
ve hem patates ile hem de kızartılmış dil balığı ile çok güzel gitti. Garnitürlerimiz
hazır olduğuna göre artık balığımızı kızartmaya başlayabiliriz.
Kızartma
yapacağımız için tavaya en az 1 cm kalınlığında zeytinyağı koyup ısınmasını
bekliyoruz. MSA Ravika marka zeytinyağı kullanıyor, salatalar ve soğuk yemekler
için sızma, kızartmalar için riviera zeytinyağı kullanmamızı tavsiye ettiler.
Filetoları kızartmadan önce bir kabın içine kırdığımız yumurta beyazına, sonra
da una buluyoruz böylece balıklarımız kurumadan kızaracak. Kızartma süresi göz
kararı ve tercihinize göre değişiyor. Misal ben bu konuda çok becerikli olduğum
için biraz fazla kızarttım! Ona rağmen çok güzel olmuştu! Balıklarımız kızardıktan sonra geniş bir tabağa balık, patates ve tartar sos alıp afiyetle yiyoruz :)
Tabaklarımızı
silip süpürdükten sonra sıra geldi tatlıya. Tatlıyı biz yapmıyoruz daha önceden
hazırlanmış bize tüketmek düşüyor. Tahinli olduğu için son derece hafif bir
tatlıydı. Zaten sabahtan beri ha bire bir şeyler yediğimiz için ben tatlıdan
bir iki kaşık alıp bıraktım. Yapanların eline sağlık…
Ben
bu etkinlikte gerçekten çok eğlendim üstelik sevdiğim yemekleri yapmanın püf
noktalarını öğrendim. Fırsat bulursam MSA’nın ve türevlerinin diğer
etkinliklerine de katılmayı düşünüyorum. Ayrıca eşinize, sevgilinize güzel bir sürpriz
yapmak için güzel bir seçenek bana göre. Hediye olarak birkaç defa giyeceği modası
geçecek bir kazağa bir dünya para vermektense beraber bu tür bir etkinliğe
katılmak çok daha anlamlı olur diye düşünüyorum…
Yorumlar
Yorum Gönder