Edirne Gezi Rehberi

Yıllar önce eski okulumda 4 yıl birlikte çalıştığım sevdiğim bir arkadaşım zorunlu hizmetini doldurunca geldiği Kırklareli’ne geri döndü. Üç yıl kadar sonra bir şekilde zaman ayarlayıp yolumu düşürüp evine misafirliğe gittim ve sanki üç yıl görüşmemişiz de önceki akşam okuldan birlikte açıkmışız gibi sohbet ettik, zaman geçirdik. Ziyaretimin ikinci günü evde eşinin gününün de olması vesilesiyle gel dedi Edirne’ye gidelim. Benim Edirne’ye ilk gidişim böyle oldu. Gittik bol bol yürüdük, sohbet ettik, çarşıda gezdik, o meşhur tadı damaktan yıllarca kalan ciğerini yedik, Keçecizade’den Kavala Kurabiyesi aldık, hatta yanlış hatırlamıyorsam yerel bir markanın küçük teneke peynirini de alıp öyle dönmüştüm Edirne’den…

Aradan yıllar geçti ben uçağa atladım Mersin’e gittim, Adana’ya gittim, Gaziantep’e gittim, Hatay’a gittim ama bana karayoluyla bağlı olan Edirne’yi hep “uygun bir zamana” bıraktım! Yakın yerdi nasıl olsa, her zaman giderdim! Bu erteleme işi geçen seneye kadar devam etti…
Geçen sene de ben artık tamam deyip gitmedim aslında! Yine eski okulumdan uzun yıllar birlikte çalıştığım sevgili zümrem Edirneli Serkan Hocamın sonunda tayini çıktı Edirne’ye, evi barkı satıp gitti tabi. İşte Serkan’da gidip düzenini kurduktan sonra eh hadi artık gideyim dedim ve o hep ertelediğim Edirne gezimi gerçekleştirdim Serkan sayesinde.
Nisan ayında bir Cuma günüydü okuldan geldim hiç oyalanmadan Silivri otogara geçip Silivri-Edirne arasında dolmuş gibi çalışan minibüslere bindim. Şansa benim bindiğim minibüs ekspresmiş bir kaç durağa uğramadan hızlıca Edirne’ye gidebildim. Hatta Serkan’ın beklediği saatten daha erken bile orada oldum. Serkan sağ olsun karşıladı minibüse binip onun yeni aldığı ama henüz yerleşmediği eve geçtik bir girip benim minik çantayı atıp, eve bakıp çıktık. İstikamet ilk akşam yemeğimiz ve ilk içkimiz için Ali İlte’nin Yeri olarak da bilinen Kıyık Lokantası. Burayı Serkan bulup, bana sende bir bak ne yorumlar var demişti. Bende Foursquare yorumlarına bakıp deneyelim demiştim. Sonra Serkan babasına sormuş o da çok iyi yerdir deyince Cuma akşamı için yer ayırttık, gidelim dedik.

Ali İlte’nin Yeri, Edirne’nin Kıyık Bölgesinde yol üzerinde salaş mı salaş küçük bir alkollü et lokantası! Dört beş mezelik basit bir vitrin, rakının başrolde olduğu bir alkol gamı, lezzetli etler, duvarda ATAM'ın tablosu ve fonda TRT Müzik! Hal böyle olunca bu salaş bir yer ama içerdeki müşteri kitlesi keyifli, öyle ipsizin sapsızın takıldığı bir yer aklınıza gelmesin gayet takım elbiseli ağzıyla içen amcalar buraya geliyor, hatta eşiyle çocuğuyla gelenler vardı o akşam!

Mekânda öyle dekor falan beklemeyin her şey yeterince sade burada, dekor değil etler ön planda çünkü! Biz gittiğimizde masada birkaç tür meze ve salata vardı zaten, istemezseniz alalım dediler, kalsın dedik rakının yanında yoldaş olur bize. Cuma akşamına özel kuzu tandır varmış ve biz gayet acıkmış ve heyecanlı bir şekilde acaba tandır nasıl diye meraklanıyoruz. Zaten abi senin etler güzelmiş ne var diye sorduğumda, siz boş verin eti ben size güzel tandır vereyim dedi adam! Öyle hazır müşteri bulmuşum önden köfte, pirzola vereyim falan demedi, sevdim bu tavırlarını.

Mezeler çok özel değil ama yeterince güzeldi, et öncesi rakıyla mideyi rahatlattık. Biz zaten Serkan ile sohbet muhabbet derken hemencecik yumulduk sofraya. Derken bizim iki büyük but tandır geldi, az biraz sonra da ayrı bir tabakta iç pilavı geldi. Mezeler sıradan demiştim ama kuzu tandır ve yanında gelen iç pilav gerçekten çok çok iyiydi!
O kemiği tutup hafifçe salladığınızda etinden ayrılıyor, eti yemek ayrı zevk etin yağlı suyuna kızarmış ekmek banıp yemek bile ayrı bir zevk!

Yedik içtik sohbet muhabbet çok güzel, tandır çok güzel ama beni kesmedi! Abi dedim sen bize ikişer kalem de pirzola ver gelmişken, tadına bakalım! Kuzu pirzola hani nasıl desem yemede yanında yat! Valla çok güzel gitti ki o bile kesmedi de yeter dedik! Sanırım en son çay ile gayet sıradan ama kötü olmayan bir irmik tatlısı yemiştik. Bana göre son derece makul olan hesabı ödeyip ayrıldık. Hani olurda Edirne’de bir akşam geçirirseniz güzel bir et ile bir iki kadeh bi şey içeyim diyecek olursanız Ali İlte’nin Yeri’ne gidin derim…

Hadi gidip birer çay daha içelim hem yürümüş oluruz diye Edirne Merkez’e Eski Camii’nin oradaki çay bahçesine geçtik oturduk birer çay söyledik. Söyledik de zaten tüm gün okuldaydım sonra yol sonra rakı derken ben oturuyorum ama gözler gidiyor! Benim bu baygın halimi gören Serkan ne yapsın hadi eve gidelim dedi ve minibüse atlayıp eve geçtik. Yatağı serip hemen uyuduğumu söylememe gerek yoktur sanırım…
Cumartesi sabahına gayet güzel bir uyku çekmiş yorgunluk atmış bir şekilde uyanıyorum! Uyanıyoruz demedim çünkü Serkan hala uyuyordu! Az biraz kendimi telefonda oyaladım ama baktım Serkan’dan ses yok! Hemen daldım odaya dedim hadi bak güneş açtı ne duruyoruz J O da ben hafta sonu ya uyurum dinlenirim sanmış J Hemen telefondan internete girip Meriç Nehri kıyısında kahvaltılık yerlere baktım, Lalezar isimli bir yerin puanı ve yorumu daha güzeldi, Serkan da biliyormuş eski mekândır dedi o zaman dedik Lalezar olsun çıktık yola. Bir minibüs yolculuğu, biraz Meriç nehri üzerinde yürüyüş ile geldik Lalezar’a.
Meriç Nehri, Yunanistan ile Türkiye sınırının bir kısmını oluşturan, Bulgaristan'da doğarak Türkiye'ye giren ve Edirne üzerinde Ege Denizi'ne dökülen Türkiye’nin 10. büyük ırmağıdır. Meriç Edirne ile özdeşleşmiştir, malum her yıl Bulgaristan nehir üzerine kurulan barajın kapağını tehlike arz ettiğinde açar ve coşan Meriç Nehri Edirne’de taşkınlara sebep olur, köyler bile su altında kalır! Biz geçen Mayıs’ta Meriç’ten geçerken kepçelerin nehir içinde kazı yaptığını gördük. Aslında bir zamanlar çok derin olan nehir zamanla akıntıyla gelen alüvyonla dolmuş ve derinlik azalmış! Geç de olsa bir şeyler yapılması sevindirici diyelim…

Lalezar’a giderken Meriç üzerindeki taş köprüden geçtik ki kendisi tarihi bir köprüdür. Köprünün tam ortasında bir tür taş çardak dikkatimi çekiyor! Üzerinde Osmanlıca yazılar vardı, Serkan bu çardağın köprüden geçen Padişah soluklanıp dinlensin diye yapıldığını söyledi! En azından Edirneliler böyle biliyormuş! Köprüden geçtiğimizde ufak bir meydan ve bir çeşme ile karşılaşıyoruz. Bu yol Karaağaç’a bağlanıyor, sağlı sollu ağaçlıklı güzel bir yol. Çeşmenin hemen yanında atlı faytonların durak olarak kullandığı bir yer var, bu yoldan faytonlarla gezinti yapabiliyorsunuz.

Biz önce kahvaltımızı yapıp daha sonra Karağaça’a gideceğimiz için hemen Lalezar’a yöneldik…Edirne'de Meriç Nehri kıyısında, Karağaç yolu üzerinde pek çok kahvaltı yapılabilecek, güzel bahçesi olan yerler var en eski ve en bilinenlerinden birisi de Lalezar.
Lalezar Edirne'nin en eski restoranlarından, geniş ve güzel, büyük bir bahçesi var ve bu bahçede düğünler de yapılıyormuş. Serkan pek çok kahvaltı ve yemek etkinliklerini de burada yapıldığını söyledi. Bahçeden içeri girip kahvaltı için geldiğinizi söylediğinizde sizi biraz daha ilerideki bahçeye yönlendiriyorlar, alan geniş.

Lalezar’da esas güzel olan şey açık ve güzel bir havada Meriç Nehri kıyısında kahvaltı yapmak ama kapalı alanı da var. Eylül ayı gibi gittiğimizde bahçede çok fazla arı vardı ve arılardan rahatsız olmamak için içeride kahvaltı yaptık ama Serkan ile beraber bahçede nehir kıyısında olmak istedik.
Lalezar'da servis hızlı, çalışanlar ilgili, serpme kahvaltıda çeşit bol ama beklentiniz çok üst düzey olmasın! Serpme kahvaltı içinde omlet, menemen, poğaça, pişi, kızartma, zeytin, kahvaltılık sos, biberli lor, sosis, tereyağı, peynirler, reçel, söğüş tabağı, taze çilek gibi pek çok şey geliyor, çay zaten termos ile geliyor. Masayı doldurduklarında hem gözünüz hem de mideniz doyuyor emin olun. Biz serpme kahvaltıya ek olarak sahanda sucuk istedik ve fena değildi. Kahvaltıda beklentiniz çok üst düzey olmasın derken eleştirim şu, ürünler güzel ama özel değil! İnsan Edirne’de iken peyniri, tereyağını, balı falan daha yöresel markalardan daha özel bir şey bekliyor! Yoksa hizmet, fiyat ve performans gayet yerindeydi…


Özellikle İstanbul’un karmaşasından biraz uzaklaşıp kafamızı dinleyelim derseniz yolunuz Edirne’ye düşsün, Edirne’ye gelmişken de Meriç nehri kıyısında güzel bir kahvaltıyla güne başlamak isterseniz Lalezar aklınızda olsun…
Lalezar’da kahvaltı sonrası oldukça yakın olan Karaağaç’a geçiyoruz. Karaağaç, Yunanistan sınırına çok yakın, tek katlı küçük evlerden oluşan yemyeşil sevimli bir kasaba, burada pek çok kafe bulunuyor, genelde buraya her gelen bir kahve içmeden ayrılmıyor.

Karaağaç'ta Lozan Barış Antlaşması'na ithafen 1998 yılında açılan Lozan Barış Anıtı’nın bulunduğu yerdeyiz. Çalışmalar 1996'da başlamış ve bir anıt, hatıra ormanı ve ufak bir müze yapılmış burada. Karaağaç, Lozan Barış Antlaşması ile Yunanistan'dan Türkiye'ye savaş tazminatı olarak verildiği için anıtın burada olması daha da anlam katıyor her şeye!

Anıt 3 farklı uzunlukta beton sütundan oluşuyor! Her bir sütun su ile ayrılmış 3 vatan toprağı olan Anadolu, Trakya ve Karaağaç'ı temsil ediyor. Sütunların etrafındaki çember birlik ve beraberliği, ön taraftaki genç kız figürü ise estetik ve adaleti simgeliyor. Genç kızın bir elindeki güvercin demokrasi ve barışı, diğer elindeki kâğıt ise Lozan Barış Antlaşmasını temsil ediyor... Anıtın etrafını çeviren ve maalesef kuru olan havuz ise Türkiye'nin etrafındaki 3 denizi temsil ediyor!



Karaağaç muhteşem doğası ve sakinliği için bile görülmeyi hak ediyor ama bu anıtı görmek de ayrı bir duygu veriyor insana!

Karaağaç dönüşü Meriç’in bu yakasına geçince minibüsten iniyoruz, eski Edirne mahallelerinde biraz yürüyelim diyoruz, yakınlarda Edirne Büyük Sinagogu var onu gezsek iyi olur! Edirne Büyük Sinagogu deyince garip gelmiş olabilir ama evet burada oldukça büyük bir Sinagog var! Önünden öylece geçiyor çoğu insan bu yapının farkına bile varmadan! Haksız da değiller kaç kişi biliyor bir zamanlar Edirne başta olmak üzere Trakya'da on binlerce Osmanlı Musevi’sinin yaşadığını! Kaç kişi haberdardır 1934 Trakya Yahudi sürgününden? Dört beş yıl öncesine kadar benim de haberim yoktu açıkçası!

Bir zamanlar 13 Sinagog varmış Edirne'de! 1905 yılında çıkan Büyük Yangında hepsi yanınca, Sultan II. Abdülhamid'den alınan fermanla bu Büyük Sinagog yapılmış ve Nisan 1909'da ibadete açılmış. 1934 yılında meydana gelen üzücü ama çok şükür kansız Trakya Yahudi sürgünü sonrasında, artık ibadet edecek cemaat kalmayınca sahipsiz ve bakımsız kalmış. Zamanda iyice harap duruma düşüp çatısı, duvarları çöküp izbe bir yer haline gelmiş. Ben o eski yıkık dökük halini hayal meyal hatırlıyorum... Yıllar sonra 2010 yılında başlayan tadilat ve restorasyon 2014 yılında tamamlanıp ibadete açılmış. Kapısında özel güvenlik ve polis var ama ziyarete açık. İçerisi son derede özenli bir restorasyondan geçmiş, emeği geçenlerin eline sağlık. Kiliselere göre içerisi çok daha sade olsa da bir tarihi anmak adına bile olsa ziyaret etmenizi tavsiye ederim



Sinagog sonrası Edirne’nin halen o tek katlı yapılarının bozulmadığı, nostaljik eski çarşısından yürüyerek Merkeze gidiyoruz. Edirne’de de artık kenar bölgelerde yüksek katlı toplu konutlar yapılmaya devam etse de Şehir Merkezi nispeten korunmaya devam ediyor, o eski evlerin, dükkânların arasından yürümek, yerel marketlerden, mağazalardan alışveriş yapmak güzel bir duygu…
Merkeze geldik çünkü gezmemiz gereken üç önemli Camii var, Mimar Sinan’ın büyük eseri ve Edirne’nin simgesi Selimiye Camii, Eski Camii ve Üç Şerefeli Camii.


Edirne'nin simgesi sayılan, Mimar Sinan'ın imza eseri diyebileceğimiz Selimiye Camii... Öyle bir yerde inşa edilmiş ki neredeyse eski Edirne'de Selimiye'yi görmemek imkânsız! Alt tarafında günümüzde de çarşı olarak kullanılan Arasta bölümü, üst tarafta geniş avlusu, muhteşem güzellikteki görmeye doyamadığım iç kubbe süslemesi... İnsanın bakmaya doyamadığı tavan süslemeleri... Nasıl bir incelik, nasıl bir uyum, nasıl bir güzellik...


Bu kubbenin altında elini Allah'a kaldıran her insana huzur veren bir sanatkârlık. Gezmeye, görmeye, seyre doyulmayan bir eser Selimiye Camii... Biz içeriyi gezerken Yasin okutuluyordu ve okuyan Müezzinin sesi de çok güzeldi! Beni gezdiren Edirneli arkadaşıma bunu söylediğimde burası camilerin Galatasaray Lisesi gibidir dedi! En iyi müezzinler burada görev yapar!

Selimiye Camii içinde müezzin mahfilinin ayaklarından birisine işlenmiş ters lale motifi camiinin en az muhteşem tavanı kadar dikkat çekiyor, başında bu motifi görmek ve fotoğraflamak için bekleyen özel bir kalabalık var zaten fark edersiniz.
Bu ters lale motifi ile ilgili iki ayrı hikâye anlatılıyor. Bir anlatıma göre burası eskiden bir lale bahçesiymiş ve bahçe sahibi kadın kendisine teklif edilen çil çil altınlara rağmen uzun süre arsasını satmamakta direnmiş ama en sonunda küçük bir şartla kabul etmiş, burasının bir zamanlar lale bahçesi olduğunu işaret eden bir şey karşılığında satmayı kabul etmiş! Mimar Sinan'da arsa sahibinin tersliğini göstermek için lale motifini ters çizdirmiş, diyorlar!

Bir diğer anlatıma göre ise bu motif terstir ve ancak kıyamet günü kendiliğinden düzelecektir! Ben duyduğum iki hikâyesi aktardım, inanmak veya inanmamak size kalmış!


Selimiye’den çıkıp az biraz aşağıya yürüyüp yolun karşına geçince çok özel bir camiye daha geliyoruz, Eski Cami… Eski Cami Mimar Sinan’ın göz alıcı eseri Selimiye Cami’ne göre çok daha sade, süslemelerin daha az olduğu, tüm görsel güzelliği hat sanatı ile yapıldığı ve kaligrafinin öne çıktığı bir Camii.




Burada hat sanatı daha Caminin içine girmeden sizi karşılıyor ve caminin her yerinde size eşlik ediyor. Selimiye elbette çok güzel bir cami ama Eski Cami’de ayrı bir güzel cami.
Cami, Üç Şerefeli Cami’nin yapılmasının ardından Eski Cami adını almış. Şehrin ilk ulu camii olması bakımından minberinde hep fethin sembolü olarak sancak asılı olmuş ve protokol törenleri burada yapılmıştır. Osmanlı Padişahlarından III. Mustafa ve II. Ahmet bu camide kılıç kuşanmışlardır. Bu geleneği simgesel de olsa yaşatmak için bugün bile Cuma Hutbelerine imamların Kılıç ile çıkma sebebi budur.
Eski Cami’yi gezerken Kâbe Taşı’nı da görmeyi ihmal etmeyin, ufak bir taş olduğu için biraz dolaşmanız lazım ama taşın altındaki ufak pano zaten dikkatinizi çekecektir…
Eski Cami’nin yine az ilerisinde, biraz daha kenarda bulunan Üç Şerefeli Camii ise çok daha mütevazı bir güzelliğe sahiptir. 4 minaresi vardır ve her minaresi bir diğerinden farklıdır, adını da bir minaresindeki 3 şerefeden almıştır. Bir minaresi de daha önce görülmedik şekilde burmalı olduğu için bir dönem halk arasında "Burmalı Camii" olarak da anılmıştır.
Fotoğrafta gördüğünüz ise cami duvarındaki bir çini, Üç Şerefeli Camii'nin iç kubbesi. Muazzam bir işçilik, hayranlık uyandıran bir estetiğe sahip…






Edirne’nin 3 önemli camisini gözlerimiz okşana okşana gezdik ve gezerken de acıktık, şimdi yemek yeme zamanı. Edirne’ye gelince mutlaka buraya özgü bol yağda hızlıca kızartılmış ter temiz yaprak ciğerden yapılan Tava Ciğer yenmeli. Tava Ciğer yapan pek çok yer var hatta herkesin kendine göre müdavimi olduğu bir ciğerci var ama ben en bilinin iki tanesini beğendim ve ikisinden de memnun kaldım…
Edirne Ciğeri için ilk akla gelen yer Aydın Tava Ciğer oluyor.

Selimiye Camii'nin hemen yakınlarında, zaten önündeki her daim olan kuyruktan yerini kolayca bulursunuz. Bizde geleneği bozmadık ve kısa bir süre de olsa bekledik ve içerdeki masalardan birine geçtik. Sipariş belli birer ciğer, birer ayran.
Önden masaya domates soğan, acı sos ve sirkeli biber ile kızartılmış o çok acı ama bir o kadar da güzel biberden geliyor. Kızarmış ince biber zaten çok güzel ama ben sirkeli biberi de çok sevdim.
İncecik kesilmiş ve una bulanmış ciğerler çook kızgın yağda toplasan 1 - 2 dakikada kızarıyor. Fazla yağı süzülüp tabağa alınıyor ama sonra tekrar ikinci bir tabak değiştiriliyor ve müşteriye öyle gidiyor. Porsiyon büyük, kullanılan yağ temiz ve ciğer ustaca iyice kızartılmış. Hem tatmak hem doymak için Aydın Tava Ciğer'e uğrayın derim…
Ciğerci Niyazi Usta, sevilen beğenilen bir diğer adres, yeri biraz daha kenarda ama seveni de çok…
Sipariş yine belli, birer ciğer birer ayran.


Önden masaya domates, soğan salatası, acı sos ve sirkeli biber ile kızartılmış o çok acı ama bir o kadar da güzel biberden geliyor. Kızarmış ince biber zaten çok güzel ama ben sirkeli biberi de çok sevdim. Ayrıca bu mevsimde bile masaya gelen domates çok güzeldi.
İncecik kesilmiş ve una bulanmış ciğerler çook kızgın yağda toplasan 1 - 2 dakikada kızarıyor. Fazla yağı süzülüp tabağa alınıyor. Niyazi Usta'nın porsiyonu Ciğerci Aydın'a göre biraz daha az gibi geldi ama ciğerin tadı ve pişirimi çok güzeldi. Hatta Aydın'ı ben biraz fazla kuru bulmuşken Niyazi Usta'da ciğerler daha yumuşaktı. Ben yorumumu söyledim, deneyip yemek size kalmış…

Edirne denildiğinde herkesin aklına haklı olarak önce Tava Ciğer gelse de bir Trakya şehri olan Edirne'de elbette güzel köfte yapan yerler de var.

Köfteci Osman Edirne'nin eskilerinden, biri eski diğeri büyük ve yeni olmak üzere iki şubesi var, biz Selimiye Camii'ne yakın olan yeni yerine gittik. Mekân iki katlı, büyük ve temiz.
Köftelerine gelirsek, bir porsiyonda 6 köfte var, yanında kıyılmış soğan, közlenmiş domates biber ile geliyor. Ayrı bir tabakta Trakya'nın çoğu yerinde olduğu gibi acı domates biber soru geliyor, sosun tatlı bir acılığı var. Köfteler tombik, hafif sulu kalacak şekilde güzelce ızgara yapılmış, az biraz baharatla tatlandırılmış ve baharat etin tadını bastırmamış. Maalesef burada açık ayran yok hazır ayran servis ediyorlar ama masaya gelen ekmek de çok iyi. Edirne için Köfteci Osman'ı mutlaka deneyin derim

Edirne gezimiz bitti ama Edirne tabi ki bitmedi, burada gezilecek çok yer, tadılacak çok lezzet var… Edirne çarşısı içinde peynircisinden kavala kurabiyecisine, yerel şarap markalarından lezzetinin ünü Türkiye’ye ulaşan lokantalara kadar pek çok görülmesi gereken dükkân var… Edirne’nin ilçelerine henüz hiç gidip göremedim bile… CoVid-19 sonrası uçak yolculuğunun güvenilmez bulunduğu, uzak yolların, rotaların tercih edilmediği günümüzde kısa bir yolculuk ile varılabilecek bu güzel kente yolunuzu düşürün derim, tarihi dokusu gözünüzü ve ruhunuzu okşasın, o güzelim lezzetleri ile de mideniz bayram etsin…

Yorumlar

  1. Edirne'ye daha öncede gitmiştim ama yazınızı okurken bir rehberle gezmiş gibi hissettim.. Emeğinize sağlık. Devamını bekliyoruz ��

    YanıtlaSil

Yorum Gönder