Çayeli ve Batum

Çocukluğumun geçtiği 80’li yıllarda bir tek TRT vardı televizyonlarda ve şimdinin aksine o zaman televizyon izlemek daha eğlenceli bir şeydi bizler için! Cep telefonları, tabletler, bilgisayarlar, oyun konsollarının olmadığı bir dünyada evimizdeki tek elektronik ve renkli cihaz ile mutluyduk, üstelik şimdinin aksine o zaman o TEK kanalda ÇOK güzel programlar olurdu! En sevdiğim ve halen hatırladığım filmler, diziler, çizgi filmler ve çocuk programlarını izlemeye doyamazdık! Ve zaman zaman artık program geçişlerinde mi yoksa yayın akışında sorun olduğunda mı pek emin değilim TRT’de doğa görüntüleri yayınlanırdı! Yemyeşil ormanlar, yaylalar, sislerin arasında gezinen hayvanlar şeklinde aklımda kalmış! Artık hangi il hangi ilçe köy mera bilmiyorum ama o görüntüleri aileme sorduğumda Karadeniz cevabını almıştım ve o görüntüler bende hayranlık uyandırırdı! Çünkü bizde köyde yaşamamıza rağmen öyle bir yeşil öyle sisler yoktu ve o görüntüler çok hoşuma gitmişti!


Aradan yıllar geçti biz başka yere taşındık, ortaokul lise üniversite derken büyüdük ama o görüntüler hafızamdan silinmediği gibi yenileri de eklendi! Üstelik artık neresi olduğunu da biliyordum! Ayder yaylası (Rize - Çayeli) ve Uzungöl’dü (Trabzon - Çaykara) o yeni yerler. Genelde Rize’li ve Trabzon’luların bastırdığı takvim gibi şeylerde bu fotoğraflar kullanılıyordu! Çok güzeldi, Atlas gibi dergiler sık sık hayranlık uyandıran Karadeniz yazıları yayınlar ve fotoğrafları kullanırdı!



Aradan yıllar geçse de Karadeniz’i görme düşüncesi aklımın bir köşesinde oldu her zaman… Yıllar sonra bayağı geç de olsa 2012 yılının temmuz ayında ETS tur ile gerçekleştirdim bu rüyamı ve hayran kaldım! Tamam, yurdumun yemyeşil pek çok yeri var ama hayır yok böyle bir yeşil doğa, her şey çok farklı burada! Ayder ve Uzungöl’ü de gördüm bu turda hayalimden biraz farklı olsa da! O bakir yayla evlerinden oluşan Ayder artık yayla olmaktan çıkmış turistik tesis dolmuştu :( Allah aşkına ne işi var yaylada otelin, hediyelik eşya dükkânının! Uzungöl ise hala uzundu ama etrafını taş duvar ile çevirip yürüyüş parkurları yapmışlardı! Ağırlığı Araplardan oluşan bir turist kitlesi geldiği için tüm tabelalar Türkçe ve Arapça idi! Ne desem boş! Bazı kötü değişimlere rağmen çok güzel anılarla döndüm Karadeniz gezisinden…

2015 yılının Ağustos ayında bir hizmet içi eğitim faaliyetine katılmak için yıllar sonra tekrar yolum Rize’nin Çayeli ilçesine düştü… Benim için güzel bir haberdi eğitimden arta kalan zamanlarda istediğim gibi gezebilirdim ki düşündüğüm gibi de oldu… Her ne kadar yıllar önce Karadeniz turu kapsamında Ayder yaylasını görsem de Çayeli’ni görme fırsatım olmamıştı. Yola çıkmadan Çayeli nasıl bir yerdir, nereler görülmeli, ne yenmeli, dönüş için neler alınabilir şeklinde araştırmalarım oldu, notlarımı aldım, hazırlandım!

Nasıl gidilir sorusundan başlayarak anlatmaya başlayayım! Henüz Rize’de havaalanı yok tıpkı Ordu – Giresun Havaalanı’nda olduğu gibi denize dolgu yaparak bir havaalanı yapılması planlanıyor ama henüz planlama aşamasında! Bu nedenle ya en yakın havaalanına uçak ile gidip oradan otobüs ile devam edeceksiniz veya tüm yolu otobüs ile gideceksiniz. Uçak fiyatları bana makul gelmediği için gidiş dönüş otobüs bileti aldım, almaz olaydım! Rize resmen yurdun diğer ucu İstanbul’dan yaklaşık 1200 km zaten en az 13 14 saatlik bir yolculuğu göze almıştım ama 18 saat ne yahu! Bildiğin 1 gün yolda gidiyor, sabır testi gibi! Yarım saatlik en az 3 mola, meşhur Vakfıkebir ekmeği almak için bile mola verdik! Zaten Karadeniz boyunca yolcu indire bindire geldik! Gerçi ertesi gün eğitimdeki arkadaşlar ile konuştuğumda sadece benim değil herkesin 18 - 20 saatlik bir yoldan geldiğini öğrendim, tüm firmalar aynı sanırım! Yani uçak – otobüs seçimini yaparken buna dikkat edin, eğer otobüs ile seyahat edecekseniz sizi rahat ettirecek bir kıyafet tercih edin.

Yol uzun sürdü, öğlen gibi otogarda indim, otogar şehrin içinde çarşıya ve kalacağım yere çok yakın. Hizmet İçi Eğitim Enstitüsü’ne giriş yapıp odama çıktım, eşyalarımı yerleştirdim, elimi yüzümü yıkayıp aşağı indim. Gelmeden araştırmıştım Çayeli’nde Lale ve Hüsrev lokantaları ispir kuru fasulyeleri ve sütlaçları ile meşhur, resepsiyondaki görevliye Lale lokantasını soruyorum yakın olan oymuş, Hüsrev ise Çayeli’nin çıkışında kalıyor. Çayeli’nin ana caddesi sayılabilecek yola çıkıp yürüyorum hem de ilçeyi inceliyorum…

Çayeli Karadeniz sahilini boydan boya kat eden otoyol ile dağlar arasındaki dar bir alana kurulmuş küçük bir ilçe, şehir kısmı öyle çok büyük değil. Devlet ve eğitim kurumları, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ni saymazsak konutlar, dükkanlar, lokantalar, A101 ve BİM’den oluşan bir sosyal hayat var :) Öyle Özsüt, Dominos, Kahve Dünyası falan aramayın üzülürsünüz! Yok kötü anlamda değil küçük ama güzel bir ilçe hatta ilginç bile bana göre mesela Çayeli içinde değirmenler var eski tahta ve taş düzeneklerle un yapıyorlar! Köy ve yaylalarda halen soba yakıldığı için kuzineler yapan dükkanlar var. Sık sık çay satan dükkanlar karşınıza çıkacak üstelik zincir marketlerde bulamayacağınız yöresel markaların da satışları yapılmakta, misal Neşe Çay hakkında benim böyle bilgim oldu.






Taş çatlasın 750 metre sonra Lale Lokantası karşıma çıkıyor, iki katlı gayet temiz, sade bir lokanta. Hemen menüyü istemeyin gerek yok menü zaten masanın üzerindeki camın altına yerleştirilmiş. Ayrıca masada ekmek yerine kendi yaptıkları dilimlenmiş pideler var, tadı güzeldi. Pide, lahmacun, kebap gibi seçenekler de var ama buranın özel yemeği kuru fasulye, pilav ve kavurma. Ben kuru fasulye, pilav ve ayran istiyorum. İlginçtir İspir Erzurum’un ilçesi olmasına rağmen adıyla anılan fasulye Karadeniz bölgesinde ünlü olmuş! Peki nasıldı derseniz tek kelimeyle mükemmel! Bol tereyağı ve et ile hazırlanmış, İspir fasulyesi bildiğimiz fasulyeden biraz daha iri ve yuvarlak. Suyu biraz daha koyu kıvamda, tereyağı var ağır olur, kokar falan demeyin hayır kullanılan malzemeler çok kaliteli tabak bitti dibini pide ile sıyırdım! Pilav yine tereyağı ile hazırlanmış o da çok güzeldi. Yemeği yedim tatlı olarak dillere destan sütlaçtan istiyorum. Biraz sonra çayım ve üzeri bol fındıklı sütlacım geliyor. Sütlaç gerçekten çok güzel, taze ve hafif güzel bir tadı var, üzerindeki fındık bile lezzetliydi!



Lale lokantasına bir diğer gidişimde ise kavurma ve pilav yedim. Çok lezzetli bir et bol tereyağı ile kavrulmuştu yine yediğim ve muhtemelen yiyebileceğim en iyi kavurma diyebilirim! Etin tadı zaten güzel bir de tereyağı ile birleşince tadına doyum olmuyor. Tatlı olarak menüde gördüğüm kadayıflı sütlacı denemek istiyorum garson hemen Turbo diyor, meğer bu tatlının diğer adı turboymuş! Az sonra üzeri tepeleme fındık dolu sütlaç kasem geliyor önce üzerindeki fındıklardan yiyoruz hatta bu sırada sütlacı taşıyor! Bu tepeleme fındığın altında sütlacın içinde kadayıf bulunuyor tabiri caiz ise adamı düz duvara tırmandırır! Yok böyle bir lezzet! Eğer Lale lokantasında tek bir yemek hakkınız var ise size tavsiyem az pilav az kuru az kavurma alıp hepsinin tadına bakmanız! Bir şekilde buraya kadar gelmişken yemeden ayrılmayın, unutamayacaksınız!




Hesabı ödeyip ayrılmadan önce mıhlamayı nerede yiyebileceğimi soruyorum Sarı Köşk isimli bir mekanı tavsiye ediyorlar Çayeli’nin yamacında kalıyormuş. Yavaş yavaş yürüyerek dağın tepesinde kalan bu mekana doğru fotoğraf çeke çeke yol alıyorum. Yukarılara doğru çıktıkça manzara daha da güzelleşiyor insan seyretmeye ve fotoğraf çekmeye doyamıyor…

Sarı Köşk Restaurant’a ulaştım yoruldum susadım ama acıkmadım! Çayeli’ni ve denizi seyrede seyrede çay içiyorum hoşuma gidiyor. Dinlendim soluklandım hesabı ödeyip kalkıyorum bir bakıyorum geldiğim yol yukarıya doğru devam ediyor! Acaba bu yol nereye gidiyor diyerek yürümeye devam ediyorum! Aman Allah’ım! İşte gerçek Çayeli buradan başlıyor o yolun devamında yemyeşil çay ekili dağlar köyler evler var! Gözümün gördüğü son noktada bile evler var inanılmaz güzel bir manzara! Ki uzaktaki dağların tepeleri sisli bembeyaz mükemmel görünüyor! Her yer çay tarlası, ağaç, yeşil hatta yemyeşil! İnsan bu manzaraya sonsuza kadar bakmak, hiç unutmamak istiyor o yüzden gördüğüm her açıdan fotoğraf çekiyorum ama bakmaya doyamıyorum!




Yavaş yavaş manzaranın tadına doya doya artık mahallemi desem köy mü desem işte yolu takip ediyorum o da ney! Tam aradığım şey çay toplayan insanlar! Bir evin önündeki bahçede çay toplamış insanlar, selamlaşıyoruz! Fotoğraf çekimi için müsaade istiyorum sorun yok! Abinin adı Şükrü (kusura bakmasın Şakir de olabilir orasını biraz unutmuşum) ailesiyle birlikte çayını toplamış birazdan çay alım yerine götürecek, yolun kenarına oturuyoruz sigara yakıyor bana da tutuyor. 7 yıl kadar İstanbul Ataşehir’de kalmış minibüsçülük yapmış sonra dönmüş ama kardeşleri halen oradaymış. Nasıl gidiyor çay işi dedim, Çaykur her çiftçiye kota koymuş 3 ton! 3 tonu Çaykur iyi fiyattan alıyor sonrasını almayınca özele satıyor çiftçiler daha düşük fiyattan, dertli haklı olarak! Çay toplamak hiç öyle kolay değil gördüğünüz bu çuvalları ben kaldıramadım!









Fotoğraf çekerken ablalar biraz utandı ama sorun çıkarmadılar. Birisi çay içerken bizi düşünün dedi emek veriyoruz! Hiç kolay değil gerçekten öyle reklamlardaki gibi yöresel kıyafetler içinde türkü söyleyip neşe içinde çay toplayan narin kadınlar gözünüzün önüne gelmesin! Çay toplanıyor ve beklemeden o gün hemen çay alım yerine satılıyor, oradan da çay fabrikasına gidip işleniyor! Eğer satılmayıp beklerse çay yaprakları zaman içinde yanıp kararıyor! Şükrü abi ile biraz daha konuşuyoruz, evin yanına ahır yapmış inek var dedi tavuk da var. İyide inek nerde gezip otlayacak bu bölgenin inekleri biraz farklıymış o küçük kulübe yetiyormuş onlara, zaten insanlar daha çok hayvanları için yaylaya çıkıyormuş!

Neyse, onların işi bittiği için ben sanki çay topluyormuş gibi yapıyorum fotoğrafımı çekiyorlar :) Bu evi bil diyor bir şey olursa gelebilirsin aşağıya gideceğim istersen bırakayım diyor, teşekkür edip yürümeye devam ediyorum…


Bu ağaca ve meyveye dikkat edin, Karadeniz türkülerinde adını duyduğumuz karayemiş işte bu! Görünüşü kiraz ve üzüm arasında olan tadı hafif mayhoş bir meyve! Sanırım sadece Karadeniz kıyılarında yetişiyor öyle şekerli değil. Kırmızılar bile henüz olmamış adı zaten karayemiş yani olgunlarının daha koyu kara olması lazım. Merak edip ağaca dalıyorum birkaç tane ağzıma atıyorum fena değil ama görünüşü resmen kiraz olan bir meyveye göre fazla şekersiz!

Yürürken mezarlıklar dikkatimi çekiyor, yol kenarında evlerin önünde arasında mezarlar var! Dikkat edin mezarlık demedim her evin kendi mezarı, sanırım arazi yapısıyla alakalı çünkü öyle geniş mezarlık yapılacak bir arazi yok her kes kendi cenazesini evinin yanına gömmüş! Bazı mezar taşları çok eski Osmanlı zamanından kalma sanırım eski bir gelenek…

Dönüş yolunda gün batımına denk geliyorum fazla bir şey söylemeye gerek yok sade ve güzel…


Enstitü’de arkadaşlarla sohbet ederken bir peynirciden bahsettiler beğenmişler ürünleri, ertesi gün ilk işim orayı bulmak oldu. Çarşıda tarif edilen yere gidiyorum iyide yan yana bir sürü dükkan var hangisi derken bir dükkan nedendir bilmiyorum daha sevimli geliyor dalıyorum içeri. Bu küçücük dükkanda 3 kişi çalışıyor bir yandan gelen müşteriyle ilgileniyorlar bir yandan da harıl harıl gönderilecek kargoları hazırlıyorlar!

Akşam üzeri gönderiyorlarmış kargoları böylece tereyağı gibi riskli ürünler sorunsuz gidiyormuş, sohbet ederken Silivri’den geldiği söylediğimde bizim oraya da kargo gönderdiklerini söylediler! Sağ olsunlar çok güler yüzlü ve sıcakkanlılar tek tek merak ettiğim tüm peynirleri tadıyorum, öyle tadım deyince öyle yarım ağızla bi lokma vermiyorlar bayağı büyük parçalar kesip veriyorlar! Hatta sonradan asının Mehmet olduğunu öğrendiğim arkadaş ekmek alayım mı dedi! Mutlaka çay söylüyorlar hatta akşam işin yoksa gel biz buradayız dedi ki bir akşam uğradım çay içip sohbet ettik... Özellikle fotoğraf çekerken poz vermeleri çok sevimliydi :)




Peki burada neler var? Valla peynirleri bayağı iyiydi zaten dönerken ben ve eğitime gelen diğer öğretmen arkadaşlar alıp döndük memleketlerimize! Rize’ye özgü yöresel kavurma ve helva, zeytin çeşitleri, ispir kuru fasulyesi ve mısır unu ve çeşit çeşit peynirler! Üçel marka helva Rize ürünü bilginiz olsun ben almadım ama severseniz aklınızda olsun. 3 4 tür tulum peynir var kimisi Erzincan kimisi Kayseri kökenli birde hafif küflü diyebileceğimiz antibiyotik özellikli bir tulum peynir var eskiden ilaç olmadığı için insanlar ilaç niyetine kullanırlarmış!



Mıhlamalık ve Erzican tel peyniri var, mıhlamalık olan daha sert ve sarımsı ama tadı güzel, illa mıhlama yapmak zorunda değilsiniz kahvaltıda da çok güzel gidiyor. Resimde gördüğünüz kutuların içinde tuzlu tereyağı var ama bunlar kahvaltılık değil yemeklikmiş. Eğer isterseniz normal tereyağı da var vakumlu paketlerde.


Yine resimde gördüğünüz sarı paketli peynirler ise Karadeniz’in meşhur kolot (koloti, pelit vb. farklı isimlerle de anılıyormuş) peyniri, taze kaşar ayarında ama kesinlikle çok daha lezzetli! Ben bir paket aldım ve hepimiz çok beğendik. Bana göre esas güzel peynir ise açıkta duran ambalajsız 2 kiloluk yayla peynirleri! Resmen eski kaşar peyniri havasında fazlası var eksiği yok! Eğer sert peynirleri seviyorsanız tadın derim.


Peynirci ile aynı sokakta bulunan başka bir dükkanda ise kuş kafesleri, örgü sepetler, hediyelik ahşap ve yöresel ürünler satılmakta. Ben Çayeli’nin arka taraflarına doğru bir dere kıyısından yürümeye başlıyorum. Etrafım yemyeşil dağlarla çevrili burada etrafı seyrederek yürümek bile güzel. Çayeli küçük bir ilçe biraz yürüdükten sonra Çayeli bitiş ve Hemşin başlangıç tabelası çıkıyor şaşırıyorum! Hemen dere kenarında Çaykur’un çay fabrikası var ama kapısında grev pankartı asılmış bacası da tütmüyor.




Yolun iki yanında da bahçeli evler var çay bahçelerini görmeye alışmışım ama kivi ağaçlarını görünce ilginç geliyor. Kivi fındık ve çay kadar çok yetiştiriliyor diye biliyorum. Ağaçtan çok üzüm salkımları gibi asma şeklinde yetiştiriliyor. Bu küçük bahçede bile bayağı kivi meyvesi vardı!


Derede su akıyor ama su seviyesi çok düşük bu mevsimde böyleymiş. Biraz sonra gözüme bir köprü takılıyor dere kenarından gidemem hemen yukarıda bir küçük patika gözüme takılıyor iniyorum ve evet bu taş köprünün dibindeyim! Köprünün ters V gibi olan şekline dikkat edin yıllar önce bu köprüyü yaparken suyun taşması ihtimali düşünülmüş ve onca yıla rağmen halen taş gibi sağlam! Yol boyunca çok sayıda köprü var ve hepsi benzer şekilde, insanların el emeğine ve ileri görüşlülüğüne hayran olmamak elde değil!

Neredeyse akşam olmak üzere geri dönmem lazım ama dönerken dağa doğru çıkan bir patika dikkatimi çekiyor, nereye gidiyor bu yol? En iyisi yola sapmak ve keşfetmek! Yolun iki yanında ağaçlarla çevrili olduğu için sanki yeşil bir tünelin içindeyim gibi :) Yol ancak bir aracın geçebileceği genişlikte ve bol kıvrımlı, ıssız! Çıktım çıktım sadece bir iki arı kovanı gördüm o kadar ama yürümeye devam ettim! Şimdi etrafta kimse yok arı kovanı var, arının balın olduğu yerde ayıda olur ne olur ne olmaz deyip yerden bir sopa alıyorum!






Ve yolun sonuna doğru geldim neresi çıktı dersiniz resmen bir evin damında bitti! Yanda da başka bir ev var ve balkonda birisi bir şeyler atıştırıp televizyondan haberleri izliyor, seslendim duymadı! İşin ilginci yol bitmişte değil, evin bahçesinden yukarı doğru uzun bir merdiven çıkıyor ama kimseyi rahatsız etmemek için sakince geri dönüyorum!

Dönüş yolunda bir evin yanındaki eski ahşap yapı dikkatimi çekiyor, uzaktan fotoğrafını çekiyorum. Bunun adı Serender, yöresel ismiyle Nayla. Karadeniz bölgesinde çokça bulunmakta, peki nedir bu Nayla? Eskiden insanlar mısır, buğday gibi ürünleri marketten almıyor bin bir zahmetle kendileri yetiştiriyorlarmış ve toplanan ürünlerin güvenli bir şekilde saklanması lazım.



Malum yağmur olur, sel olur ama daha çok fare gibi haşere ve hayvanlardan korunmalı, bu nedenle bu dört direğin sütünde duran bu Naylaları yapmışlar. Tabi artık sadece batıda değil Karadeniz bölgesinde de insanlar baklagilleri marketten, pazardan alıyor o nedenle çoğu Nayla işlevsiz kalmış, kimisi de turistik bir süs gibi sökülüp sahile yakın yerlere götürülmüş!

Çayeli’ne geldim bugün Hünkar lokantasını deneyeceğim ama öğlen yemeğinde Enstitü’de kuru fasulye yediğim için kavurma yemek istiyorum, farklılık olsun. Hünkar Çayeli çıkışında kalıyor biraz yolu uzun, eğer Karadeniz sahil yolundan yolculuk yapıyorsanız sorun değil tabelasını görürsünüz zaten hemen yol kenarında. Elimi yüzümü yıkayıp masaya oturdum genç bir garson geldi kavurma ve pilav dedim, kavurma yok dedi ne var dedim köfte, tavuk ve fasulye dedi. O zaman bir porsiyon köfte ve ayran alayım dedim.


Akçaabat köftesini belki duymuşsunuzdur ona benzer bir köfte tadı güzeldi kurutmadan güzel pişirmişler, hatta mümkünse ekmeksiz yiyip tadını alın. Köftenin üstüne fırın sütlaç istiyorum ve çok güzel, beğeniyorum. Niyetim Çayeli’nden ayrılmadan önce Hünkar’da da kuru fasulye yemekti ama hem yoğunluktan hem de Lale Lokantası’nda yediğim kuru fasulyeyi çok beğenmemden bir daha Hünkar’a uğramadım! Eğer bir daha yolum düşerse sırf kıyaslamak için kuru fasulye yemeğe geleceğim.



Ertesi gün kurs sonrası Ayder Yaylası gezisi düzenleniyor 1 otobüs ile yola çıkıyoruz. Ayder yaylası Çayeli merkezine uzak, turlar dışında kendi aracı ile gelenler çoğunlukta. Ben 3 yıl önce görmüş ve o haline üzülmüştüm ama yine de tekrar görmek istediğim için geziye katıldım. Ayder’e yakın bir yerde yol üzerinde kısa süre mola veriyoruz burada dağdan gelen serin bir su akıyor bilginiz olsun.


Ayder’e geldik ve her yer sis, biz 2012’de geldiğimizde hava böyle sisli değildi ve doğanın güzelliklerini rahatlıkla görebilmiştik. Ayder boyunca uzanan yoldan iyice yukarı bir yerde otobüsten iniyoruz. Aşağıda zaten pek bir şey yok bari yukarı çıkalım belki oralar bu kadar bozulmamıştır diyerek o güzel sisin içinde yukarı doğru yürüyoruz.






Ayder 2012’de hatırladığım haline göre daha da bozmuş! Maalesef yolun sağ tarafı çeşit çeşit turistik tesis, lokanta, kaplıca, otel, pansiyon, apart dolmuştu şimdi sol yani yayla tarafı da değişmiş. Bir dünya apart, otel, lokanta, hediyelik eşya dükkanı eklenmiş! Yazık! Bir zamanlar Cennet’ten bir köşe sayılabilecek bu yayla artık yayla olmaktan çıkmış! Çoğu yere otopark yapmışlar, piknikçilerin artıkları tam temizlenmemiş! Ağırlığı Arap olan turistlerin uğrak yeri olmuş! Bu hale getirmesinde emeği geçen herkesi Allah bildiği gibi yapsın! İnanın samimiyetle söylüyorum Ayder’i hiç görmeseniz de olur Rize’de Artvin’de halen bakir sayılabilecek çok sayıda yayla var onları görmeyi hedefleyin!









İyice yukarı doğru çıktık ama sisten pek bir şey göremiyoruz gerçi şunu belirtmek istiyorum Ayder’de sis bile çok güzel! Bir su sesi geliyor ama su göremiyoruz sanırım yakında bir dere var deyip yürümeye devam ediyoruz ve birazdan bir köprü üzerinden yukarıdan gelen tertemiz dereyi görüyoruz! Adını sanını bilmiyorum ama su var olduğu her yere güzellik katan bir şey köprüden aşağı inip dere içine girip fotoğraf çekiyoruz!

Daha yukarı çıkmıyoruz aşağıya yayla bölgesine doğru yol boyunca yürüyoruz. Karadeniz zorlu bir yapı evler ormanların içinde yol sorun, yük sorun! Bu nedenle evlerin, bahçelerin, tarlaların yanında çelik halatlar görürsünüz yük taşımak için. İşte bu halatlar turistik bir eğlenceye dönüşmüş, iki dağ arasına gerilmiş halat ile gidip geliyorsunuz. Gerçi sisten halatın nerede bittiğini göremedik ama o yerin karşısında başka bir dağ vardı! Ayder’de bu sistemden birkaç tane gördüm daha kısa hatlar da vardı.

Lokanlatalar, oteller, apartlar boyunca yürüyoruz e tabi zaman geçti karnımız acıktı bizim muavin Beyzade Ocakbaşı & Cafe isimli yerde yemek yiyebileceğimizi söylemişti girip bir mıhlama ve çay söylüyorum. Mıhlama, muhlama, kuymak gibi isimler aynı şeyi belirtiyor içinde bol tereyağı, mısır unu ve mıhlama için kullanılan kolay eriyebilen bir peynir var. Tadı güzeldir mutlaka yemenizi öneririm İstanbul’da bazı Karadeniz lokantalarında da yaparlar ama burada yapılanlar kadar güzel olmuyor, kullanılan malzeme kalitesi fark ediyor sanırım! Görüntü garip gelmesin bu bölgenin tereyağı kullanılıyor midenize zarar vermez, rahatsız etmez!


Yemek sonrası aşağıda buluşma noktamıza doğru yürüyorum şansımıza sis yavaş yavaş da olsa dağılıyor! Gerçi ben bu sisi de sevdiğim için pek sorun etmedim ama ilk defa gelen arkadaşlar özellikle Ayder’in karşısındaki dağın, dağdan akan ırmakların o muhteşem manzarasını göremediler.




















Dönüş yolunda Fırtına Deresi üzerinde bulunan Timisvat Osmanlı Taşkemer Köprü’sü nü görmek için duraklıyoruz. Bu bölgedeki köprülerle benzer şekilde de olsa daha yüksek ve büyük! Bu sırada Fırtına deresinde rafting yapanlar tam altımızdan geçiyorlar, ayrıca çelik halatlarla dere üzerinde gezinen gençler dikkatimizi çekiyor!









Çayeli’ne döndük geç oldu ben mıhlama yediğim için tokum ama tatlıya hayır demem! Laz Böreği tatlısını duydunuz mu bilmiyorum ama ilk defa duyanlar için adındaki börek kelimesine rağmen bu bir tatlıdır! Tam ifade edemesem de dışı baklava hamuru içi muhallebi hafif şireli bir tatlıdır, bazı yerler normal börek şeklinde kare dilim yapsa da muska formu daha ev işi ve geleneksel sanırım.

Ben daha önce yemiş ve çok beğenmiştim sordum Eltiler Tatlı Evi isimli bir yeri önerdiler ev hanımları günlük yapıyorlarmış. Küçük bir tatlı dükkânı günlük baklava ve laz böreği yapıyorlar, baklava ustaları Antep’li imiş, eğer laz böreğini severseniz şiresiz kuru halde tepsi olarak da satıyorlar şire olmadığı için yolda bozulmuyor. Ben bir porsiyon istiyorum porsiyonda 3 tane var, tadı çok hafif ama güzel, denemenizi tavsiye ederim.





Ertesi gün yine eğitim sonrası makinamı alıp yola çıkıyorum biraz yürüdükten sonra Ağaran Şelalesi tabelası dikkatimi çekiyor o yöne doğru yürüyorum aslında sabah yola çıksam tüm yolu yürüyeceğim ama Çayeli’ne 15 km mesafedeymiş çok fazla zamanım yok mecbur minibüse biniyorum. Minibüsün son durağı olan Köprübaşı köyünde iniyorum ve adı gibi bir köprünün başında bu köy!



Buradan 4 km kadar yukarı dağa doğru çıkmak lazım, yolda tabelalar var sorun yok! Ağaran Şelalesi’ne giden yol bazen asfalt ama çoğunlukla toprak o nedenle yürüyüş için uygun bir kıyafet ve ayakkabı seçmenizi öneririm. Evlerin önünde, yolun kenarından yukarıdaki evlere halat sistemi kurulmuş sık sık karşıma çıkıyor gerçek bir Karadeniz köyü burası!

Yol boyunca yürümek gerçekten çok zevkli ve eminim araç ile gelsem bu zevkten mahrum kalacağım! Yol boyunca çay tarlaları, karayemiş ağaçları var ve bu manzara da sadece yürümek bile insanın aklındaki sinir yapan her şeyi silip atıyor!








Yol boyunca küçük küçük birkaç akarsuya rastlıyorum ve yine yol yol boyunca kendisini göremesem de aşağıda akan ırmağın sesini duyuyorum!



Bir virajı dönerken insan sesleri duyuyorum ve şaşırıyorum çünkü ileriden değil aşağıdan geliyor! Aşağı bakınca abartmadan söylüyorum resmen 70 derece açılı bir bölgede insanlar çay topluyorlar! Ben orada ayakta duramam adamlar çalışıyorlar!




Biraz ilerleyince yol kenarında birileri karşıma çıkıyor selam verip sohbet ediyorum. Abi İstanbul’dan gelmiş bu tarla onlarınmış dede yadigarı dedi hasat için gelmişler işçi tutmuşlar. Benim göremediğim derinliğe kadar iniyormuş bu çay tarlası! Pek bir şey kalmıyor işçilik ücreti de var dedi! Müsaade isteyip yoluma devam ediyorum.

Yaklaşık 1 km daha yürüyüp Ağaran Şelalesi’ne ulaşıyorum. Nispeten düzgün durumda 1 tesis ve ahşap birkaç çardak dışında yapılaşma yok! Şelale bayağı yüksekten akıyor ve döküldüğü yerde ufak bir gölet oluşturuyor.



Ben çıkamadım ama esas güzellik yukarıda imiş orada bir göletten dökülüyormuş bu şelale ve yukarıda insanlar yüzebiliyormuş! Eğer zamanınız varsa yolu takip edin çıkın görün derim! Ben çoraplarımı çıkarıp aşağıdaki göletin içinde biraz yürüyorum su beklediğim kadar soğuk değil!










Havada hafif ve güzel bir yağmur var ben oradayken yağmur duruyor ve ardından gözlerinizi okşayacak güzellikte bir sis beliriyor! Sanırım ömür boyu görüp görebileceğim en güzel manzaralardan birisi bu! Hayran kalıyorum!









İnsan bakmaya doyamıyor inanın! Yine aynı şekilde yürüyüp köye geliyor oradan minibüs ile Çayeli’ne dönüyorum…

Bugün Gürcistan – Batum’a gideceğiz ama kalmadan gece yarısı döneceğiz. Yola çıkmadan önce uyarılar yapıldı bizlerde buna göre hazırlıklarımızı yaptık. Gürcistan ile yapılan özel anlaşma gereği TC Kimlik numaranızın olduğu nüfus cüzdanı ile geçiş yapıp 90 güne kadar kalabiliyorsunuz. Yalnız nüfus cüzdanınınız 10 yıldan yeni ve yıpranmamış olmalı, eğer çocuğunuz bebeğiniz ile geçecekseniz bebeğin dahi nüfus cüzdanında fotoğraf olmalı ve hem anne hem baba yanında olmalı, eğer kişisel arabanız ile geçecekseniz araç sizin üstünüze kayıtlı olmalı gibi uyarılar yapıldı!

Yaklaşık bir saatlik bir yolculuktan sonra Sarp sınır kapısına geliyoruz, özellikle bu sınır geçişlerinde fazla oyalanmamanızı biraz seri olmanızı öneririm! Türk tarafı pek konforsuz açık bir alanda bekliyorsunuz! Ayrıca sırada çok sayıda Gürcü’de var ve bayağı uyanıklar! Eğer saf saf takılırsanız araya giren çıkan çok olur! Hemen harcı yatırıp formu doldurun ve çıkış için sıraya geçin. Öyle üst araması sorgu falan yok! Buradaki işiniz bitip kaydınız bilgisayara işlendikten sonra hızlıca Gürcü tarafına geçiş yapıyoruz. Burası nispeten daha konforlu en azından üzeri kapalı bir ortamda bekliyorsunuz! Buradaki sırada da uyanık olun ama kimseyle tartışmayın sonuçta artık Gürcü tarafındasınız! Yine aynı şekilde bilgisayar kayıt yapıldıktan sonra tebrikler artık Gürcistan’a giriş yaptınız!


Artık başka bir alemdesiniz! Sınırı geçince bile bu değişiklik hissediliyor hemen! Bizim ülkemizde yutkunarak baktığımız Mercedes’ler, BMW’ler, Toyota Prius’lar burada ticari taksi olarak kullanılıyor! Hayır adamlar çok zengin olduğundan değil AB’den geliyor araçlar bizdeki gibi fahiş ÖTV KDV saçmalığı da olmayınca durum bu! Gerçi araçlar bizim fiyatlara göre ucuzmuş Gürcü’lerin kazancı az onlara yine çok pahalıymış rehber çocuk anlattı…


Gürcistan’ın para birimi LARİ ve tahmin edebileceğiniz gibi TL’den değerli! Türkiye’de paranızı lariye çevirmenize gerek yok Batum’da çok sayıda döviz bürosu var zorlanmıyorsunuz. Yalnız sınırı geçer geçmez çevirmeyin zarar edersiniz misal bizim gittiğimiz gün 1 lira sınırda 0,70 lari idi Batum’da 0,81 lariydi! O yüzden sadece yol parası olacak kadar bir miktarı çevirin yeter! Sınırdan Batum’a hem minibüs hem taksiler var ama dikkat edin mümkünse taksicilerle pazarlık yapın bize böyle tavsiye ettiler burada taksimetre gibi bir sistem yokmuş fiyatlar biraz keyfi olabiliyormuş!



Peki sınır geçtik birkaç gün kalabiliriz telefon işini ne yapalım derseniz? Öncelikle Türkiye’deki hattınızı kullanmayın malum sanırım 1 dakikalık aramanız 8 lira ki aransanız bile size de yazıyor! Hem sınırda hem Batum içinde hat satan stantlar var misal 5 lari 7 lari gibi bir fiyata 1 haftalık işte bilem kaç dakika bilmem kaç sms bilmem kaç GB’lık internet hatta sınırsız Whatsapp’lı hatlar alabiliyorsunuz üstelik numara seçme gibi durumlarda var! Biz zaten aynı gece döneceğimiz için almadık ama birkaç gün kalmaya niyetliyseniz alın derim 10 lira bile vermiyorsunuz ve hat sahibi oluyorsunuz daha ne olsun!





Yaklaşık 20 dakikalık bir minibüs yolculuğundan sonra Batum’a ulaşıyoruz! Yol boyunca gördüğüm manzara bile başka bir dünyada olduğumuzu belirtiyor! Sınırı geçip 200 300 metre gidince denizde yüzen insanlar görüyorsunuz oysa Çayeli’nde denizde yüzen hiç kimseyi görmedim! Batum’a yaklaşınca sahil düzleşiyor ve plaja dönüşüyor ve o hırçın denizde erkekler kadınlar aileler yüzüyorlar! İlginç geldi! Yol boyunca aracınız ile gidiyorsanız dikkat edin karşınıza inekler çıkabilir ve eğer çarparsanız ciddi para cezaları ödüyormuşsunuz! Yollar dolu ve yolun sağında solunda çok sayıda petrol istasyonu var, Karadeniz’den pek çok kişi otobüs ve kamyonlarına yakıt almak için buraya geliyorlar çünkü fiyat yarı yarıya uygun! Eğer yine aracınız ile geliyorsanız sınırı geçecek kadar yakıt alın sonrası zaten ucuz ve kolay!






Batum’dayız 2012’de de gelmiştik çoğu cadde ve binalar tanıdık ama yine de ciddi değişimler var! Çok sayıda yeni ve şık bina yapılmış! Uluslararası ünlü otellerin devasa şubeleri var Hilton, Radisson Blu, Sheraton gibi!

Peki neden böyle şundan dolayı! Bunu herkes söyle Batum’u ayakta tutan iki şey var kumar ve fuhuş diye! Evet, o ünlü otellerin bile yanı başında 24 saat açık olan kumarhaneler var ve rahatlıkla kayıt yaptırıp girebiliyorsunuz! Ve bayağı para bırakan müşteriler varmış! Bir diğer şey de fuhuş ama bu konuda pek bilgim yok! Dikkatli davranın sokakta gördüğünüz her rahat giyimli sarışın hayat kadını değil abazan saçma tavırlara lüzum yok! Fuhuş öyle alelade basit bir şekilde sokakta değil! Nerede peki derseniz bende bilmiyorum! Zaten bizim Batum’a geliş amacımız gezmek!



Batum nispeten düzlük alanın bol olduğu bir liman kenti ve bu düzlüğü iyi değerlendirmişler! Kent geniş ve güzel bir yanda eski evler yapılar dururken hemen yanı başında yepyeni göz kamaştıran estetik binalar var! Ama inanın o eski yapılar ve sokaklar da bile bir düzen var bir caddeye baktığınız zaman o caddenin devamını görebiliyorsunuz! Güzel heykellerin olduğu geniş ferah parkların olduğu meydanları var eskinin güzelliklerini koruyarak ama gerektiğinde yıkıp yenileyerek devam ediyorlar.

Genelde Batum’a gelenler ucuz telefon alma peşinde olur ve bu nedenle çok sayıda telefoncu var en ünlülerinden birisi de Batum Plaza! Yalnız baştan uyarayım öyle Kanyon, İstinye Park gibi devasa bir yer beklemeyin iki katlı son derece sade ve şehir içinde teleferiğe yakın bir yer. Yine Türkiye’den farklı olarak AVM’ler 22:00’ye kadar açık değil 19:00 olduktan sonra çoğu kapanıyor! Telefonlar ülkemize göre ucuz ve satın aldığınızda Tax Free yani Vergi İadesi var ödediğiniz vergiyi çıkışta alabiliyorsunuz! Benim amacım telefon almak değildi arkadaşlar iphone baktılar ama çok ucuz gelmeyince almadılar ama dükkanları incelerken dikkat ettim 85 lariye bile tuşlu da olsa sıfır telefon alabiliyorsunuz!

Neyse 2012’deki gelişimden farklı olarak sahilden dağlara uzanan uzun bir teleferik yapmışlar gelmişken çıkmadan olmaz! Biz tam 18:03 gibi gittiğimiz işin kişi başı 8 lari verdik eğer 18:00’dan önce gelsek daha ucuz olacakmış bilginiz olsun!  Tepeye çıkmanız 2 dakikadan uzun sürüyor ve bir teleferik kabini 8 yolcu alıyor ve kuyruk uzun inerken ve çıkarken beklemeyi göze alın derim! Güzel bir yolculuktan sonra tepedeki tesise çıktık ama şans işte hava sisli! Manzaranın tadına pek varamadık! Buradaki tesiste Gürcistan’ın geleneksel yemeklerini yiyip meşhur Gürcü şaraplarının tadına varıp satın alabilirsiniz!








Yine uzun bir bekleme bölümünden sonra aşağıya indik. Fazla vaktimiz yok karnımızda aç en iyisi güzel yemek yiyebileceğimiz bir yer bulup tadını çıkartalım dedik. Açıkçası size mekan ismi veremeyeceğim sahil boyunda bize temiz ve sempatik görünen bir yere daldık! Batum bölgesinde Türk kökenliler hatta Türk Mahallesi var ama çoğu Batum’lu derdinizi anlayacak kadar Türkçe biliyor! Ben Gürcü mutfağını bilmiyorum hem bize domuz yedirirler diye endişe etmeyin domuz olan ürünler konusunda sizi uyarıyorlar zaten.

Biz masaya geçtik garson kız geldi ama sanırım bu kız en az Türkçe anlayan şans işte! Önden acil birer bira istiyoruz susamışız! Menüyü inceliyoruz bir porsiyon patates kızartması ama el kesimi değil hazır gibi, bir şiş tavuk, adını duyup merak ettiğim sungunu peyniri, bir güveç mantar istiyoruz ana yemek olarak ise meşhur Gürcü peynirli pidesi diyebileceğim Haçapuri istiyoruz. Biralar su gibi aktı gitti arka masadaki adamlar sürahi ile şarap almışlar fiyatıda 4 lari ondan istiyoruz önce yok kalmadı gibi bir şey diyor sonra başka bir genç dolaptaki bidondan koyarken tekrar istiyoruz bu sefer getiriyor! Sanırım bizden pek hoşlanmadılar gibi gibi! Neyse bizim patates bitti tadı da güzeldi bi tane daha istedik.

Tavuk şiş bana göre güzeldi ama arkadaşlar çok beğenmediler daha doğrusu tavuğun ızgaralık değil başka yerini kullandığını düşündüler. Mantarlar güzeldi ama malum bizde bu mantarlar kaşarlı gelir bunlar bildiğin sade mantardı! Sungunu peynirinin tadı güzeldi rakılık değil ama bira veya şarap ile fena gitmiyor. Şarap ilginç ilk başta garip geldi ama içtikçe sevdik hem nasıl sevmeyelim bir sürahi şarap 5 lira! Yere dökülse üzülmezsin fiyatına!



Geldik esas güzellik olan Haçapuriye bu yemek değişik şekillerde yapılıyor kimisi resmen Karadeniz kaşarlı pidesi görünümünde ama bizimki biraz pizza görünümündeydi. Hem içi hem üzeri bol peynirli hem lezzetli hem doyurucu hepimiz sevdik.

Yedik içtik hesabı istedik 60 lari yani 60 lira diyin bizdeki fiyatlara göre kıyaslayınca sudan ucuz geldi!








Kalan zamanda sahilde yürüyüş yapıyoruz uzun ve güzel bir sahilleri var. Sahilden göreceksiniz su oyunlarının olduğu ışıl ışıl parklar var o gösteriyi seyredin derim. Saat 23:00 gibi toplanıp Türkiye’ye ye dönüyoruz yine aynı şekilde iki tarafta da kimliklerimizi ve doldurduğumuz belgeyi göstererek geçiş yapıyoruz. Dönüşte Gürcü ve bizim tarafta Free Shopa uğrayıp bir şeyler alıyoruz uyarayım abartmayın bir şişe içki ve bir karton sigara sorun olmaz ama fazlası elinizde patlayabilir! Ben Batum’da çok sık gördüğüm armut suyu alıyorum 2 lari koca şişe tadı gazoz gibi ama daha meyve suyu kıvamında olan türleri de var bilginiz olsun.

Seminer sonrası yine 18 saatlik uzun bir yolculuk yaparak İstanbul’a geliyorum Allah’tan yol arkadaşım keyifli ve hoş sohbet bir abimiz Rize’nin yerlisi sayılır Rize hakkında uzun bir sohbet yaptık görmem gereken yerler hakkında faydalı bilgiler verdi. Aklınızda olsun Google veya instagram’da “pokut yaylası” nı aratın işte bir dahaki gelişimde hedefim bu bakir yaylayı görmek olacak…


Yorumlar

Yorum Gönder